Her insan bu dünya aleminde bir yolcudur. İnanan da, inanmayan da, mümin de, kafir de, münafık da bu yolculuk üzerine bir hayat sürmektedir. Dünya yolculuğunun ilk durağı beşik, son durağı ise kabirdir. Beşikten mezara doğru hızlı bir yolculuk yapılmaktadır. Kabir durağının sonunda ise ebedi olarak kalınacak bir menzil vardır. O daimi durak ya cennet, yahutta cehennemdir. Ebedi durağımızın cennet olması için bu yolculuktaki durumumuzu, kulluğumuzu ve İslami kimliğimizi sürekli şekilde kontrol altında bulundurmamız lazımdır.
Hayatımızın bir kısmını ibadetle, diğer bir kısmını isyanla geçirmek veya ömür hazinesini çifte standartla, ikilemli bir yaşantıyla heba etmek; manevi zararların ve iflasın en büyüğüdür. Bir yürekte birbirine zıt ve ters iki ayrı anlayış ve yaşayış uyum sağlayamaz, barışık olamaz. İmanın karargahı olan kalbi isyan ve küfürle doldurmak hiçbir müslümana yaraşmaz. Tevhidi bir inanca sahip olan müslüman kalbini isyandan ve küfürden koruma hususunda gerekli olan hassasiyeti göstermesi ve bu hassasiyeti kabire varıncaya kadar devam ettirmesi icabeder. Ebedi hayat olan cennet yurduna vasıl olmanın yolundan ayrılmamak, başka yollara sapmamak lazımdır.
Geçici olan dünya hayatının debdebesine kapılmak, makam, mevki ve maddiyat için İslami emirlerden uzaklaşmak, haramlarla içli dışlı bir hale gelmek, Allaha kul, ahir zaman Nebisine ümmet olmanın şan ve şerefini ihlal etmek hiçbir kabir yolcusuna, hiç bir iman ehline yaraşmaz. Bu hakikati ferdan ferda her müslümanın çok iyi düşünmesi ve ona göre hareket etmesi gerekir.
Dünyanın amel ve ibadet mahalli, ahiretin ise hesap yeri olduğu hiçbir zaman unutulmamalıdır. Ahiret aleminde amel ve ibadet yoktur. Orada ancak dünyada yapılan her türlü hayır ve şerre taalluk eden hesaplar görülür. Kabir adı verilen o daracık toprak eve varmadan, oranın misafiri olmadan önce dünya hayatının kadir ve kıymetini iyi bilmek ve mutlaka gelecek olan hesap gününe çok iyi ve şuurlu bir şekilde hazırlanmak lazımdır. Akıllı ve inançlı insanlar dünya, hayatında, ahiret hayatını kazanmaya ciddi şekilde çalışır ve gayret eder.
En acımasız ve en gaddar şekilde görevini ifa etmekte olan küfür ile zulmün temelinde Kurana, İslama ve müslümanlara düşmanlık yatmaktadır. Kabir ve hesap alemini düşünen, daha doğrusu bunları düşünmekle yükümlü ve vazifeli olan her müslüman konumu ne olursa olsun İslami yaşantısında kusur etmemeye özen göstermelidir. Ya cennet bahçelerinden bir bahçe, yahutta cehennem çukurlarından bir çukur olan kabrin; bir ravza, bir gül bahçesi veya bir cennet bahçesi olabilmesi, insanın dünyada çalışmasına, İslami bir hayat sürmesine ve tevhid inancı üzere yaşamasına bağlıdır..
Azınlıkların konuştuğu, ateistlerin ve inkarcıların konuştuğu, sosyalistlerin ve komünistlerin konuştuğu, kapitalist ve siyonistlerin, masonların konuştuğu, hırsızların ve soysuzların, sarhoşların ve kumarbazların konuştuğu, kısaca İslam dışı herkesin ve her görüşün alabildiğine konuştuğu bir İslam beldesinde Kuranın ve Allahın konuşmasına ve hükümlerine yasak konması veya sınırlandırılmış olması çok önemli ve büyük bir tenakuz/çelişki teşkil etmektedir. Böyle ülkelerde ve böyle çelişkili hallerde müslümanlara ferdan ferda çok önemli vazifeler düşer. Her müslüman İslami yaşantıyı kamil bir manada tatbik ederek ebedi hayatın şerefli bir yolcusu olmaya çalışmalıdır. Bu gayret ve bu faaliyet üzere ebedi hayatın ilk durağı olan kabre varmak her iman ehlinin, her müslümanın değişmez ve şaşmaz şiarı olmalıdır.
Beşikle başlayıp ölümle noktalanan dünya hayatında müslümanlar Peygamber (s.a.v.) Efendimizin buyurmuş oldukları: İnsanlardan öyleleri vardır ki; onlar hayırlı işler için anahtar ve şer işlere karşı sürgü gibidirler. Diğer bir kısım insanlar da vardır ki onlar (bilakis) şer işler için anahtar ve hayır işlere karşı sürgü gibidirler. Ne mutlu o kimseye ki, Allah Teala hayırlı işlerin anahtarlarını onun ellerine vermiştir. Ve yazıklar olsun o kimselere ki Allah Teala şer işlerin anahtarlarını onların ellerine vermiştir. (İbni Mace, Sünen 1/403 H.No:237)
Bu Hadisi Şerif müslümanları hayır işlerde motor ve anahtar, şer işlerde ise sürgü ve firen olmaya davet ediyor. Kendimizi bir hesaba çekelim, bakalım bu peygamber sözünün hangisini üzerimizde görmekte, yaşamakta ve tatbik etmekteyiz. Dünya hayatımız hayır işlere anahtar olmakla mı, yoksa şer işlere anahtar olmakla mı noktalanacak? Böylesine geniş kapsamlı bir sorunun muhasebesi içinde geçen bir hayat; özlenen ve arzu edilen İslami bir hayat olur.
Kainat kitabı olan Kuranı Kerimi yanlış okuyup yanlış anlamak ve hayatımıza yanlış tatbik etmemek lazımdır. Kainatın ve mükevvenatın sahibi olan Allah (c.c.)'ın eseri olan Kurana dört elle sarılmak, onun emir ve yasaklarını tam olarak hayatımıza tatbik etmek yegane kurtuluş ve necat vesilesidir. Ancak bu yol insanı felaha ve selamete götürür.
İnsanın beşikte geçen zamanı ile bebeklik yılları bir rüya alemi gibi unutulup gitmiştir. Çocukluk çağı ise oyun ve oyuncaklarla gerilerde kalmıştır. İslami manada her hangi bir sorumluluğu olmayan bebeklik ve çocukluk yıllarının hemen arkasından delikanlılık ve gençlik adı verilen insanın en güçlü ve en hareketli çağı gelir. Hatta buluğdan itibaren başlayan mesuliyet duygusu ve sorumluluk hali ile aranız nasıl sevgili gençler? Dinimizin üzerinize yüklemiş olduğu yükleri benimsiyor mu, yoksa silkip atıyor musunuz? Günlerin, ayların ve yılların nasıl ihtiyarlığa ve nasıl kabire yaklaştırdığını düşünmek, tefekküretmek insanı Allaha yaklaştırır, ilahi emirleri yapıp, haramlardan uzak kalmaya alıştırır.
Beşikle kabir arasında geçen kısa dünya hayatı her insan için bir imtihan mahallidir. Ebedi hayatının rahat ve huzur içinde geçmesini isteyen insan önce tevhide inanmalı ve her halükarda onun gereklerini harfiyen yerine getirmelidir. Kabrinin cennet bahçesi olmasını arzu edenler, necat, felah ve kurtuluş isteyenler İslami bir yaşantıyı benimsemelidir. Gerisi lafı güzaftır..