Ana-babalar, çocuklarını evlendirince, onlara ilgi ve sevgilerini azaltsınlar, onlardan da eski ilgiyi beklemesinler. Bir gün Resûlullah (s.a.v) torunlarını bağrına basmış seviyor, okşuyor ve öpüyor-muş. O sırada yanına gelen bir şahabı bunu görünce:
"Ya Resûlullah, benim on çocuğum var, daha hiç birini kucağıma alıp aksayıp, öpmedim" deyince, Resul-i Ekrem( s.a.v):
"Allah senin kalbinden merhameti almış. Sana ben ne yapabilirim"(115) diye buyurmuştur.
Peygamberimiz'in de belirttiği gibi, çocuk ve torun sevgisi gönülden ve merhametten gelen bir sevgidir. Bu hal, normal, hatta gereklidir. Bu sevginin olmayışı anormaldir.
Ana baba da, sevgi ve şefkatlerine karşılık çocuklarından kendilerine tam bağlılık ve saygı beklerler. Bu da normaldir, karşılıklı sevgi ve bağlılık çocuklar evleninceye kadar eksilmeden devam etmelidir. Fakat çocuklar evlenince durum biraz değişmelidir. Yani çocuklar ile aralarındaki sevgiyi paylaşan yeni bir ortak geldiğini bilip kabullenmeliler.
Bu ortak, gelinleri veya damatlarıdır. Daha doğrusu kızları damatlarını, oğulları da gelinlerinin öz malı olmuştur. Kendilerinin yanına geldikçe misafirdirler. Artık onlar kendilerinden kopmuş eşleriyle kaynaşmışlardır.
Çocuklarına mutlu bir yuva sağlamak isteyen büyükler, onları eşleriyle baş başa kendi hallerine ve zevklerine bırakmalılar, aralarına girmemeliler. Kimi ana babalar evlendirdikleri çocuklarına, evlenmeden önce olduğu gibi aşırı şefkat gösterir, onları kendileri yönetmek isterler. Halbuki bu, çocuklarını sevmek değil, onların yuvalarını yıkmak demektir. Çünkü bu durum karşısında oğulları aile reisliği bakımından yetişemez, ana babasından kopup eşine bağlanamaz. Hanımını ikinci plana kor ve önce anam babam sonra sensin der. Bu da haklı olarak genç hanımı üzer. Zira hiç bir evli kadın ikinci planda kalmak istemez, kocasıyla arasına giren kayınvalidesine ve kayınpederine düşman kesilir. Büyüklerinin elinde kukla olan kocasını da sevemez. Ona güvenemez ki, bağlansın. Kime ait olduğunu da kestiremez. Kocasına eş mi geldi yoksa kayınbabasına ve kayınvalidesine hizmetçi mi geldi ayırt edemez. Kocası da uymaca akıllı ise, büyüklerinden aldığı direktifle hanımına eziyet eder. Bazan da ona -hayvana bile yakışmayan- dayak atmaya kalkar. Böyle bir evde ne huzur olur ne de mutluluk, yuvaları her an yıkılmaya mahkum olur.
İşte bir çok ailelerde huzursuzluğun ve kaynana ve gelin davasının baş sebebi budur hatta evlendirmeden önce oğullarını sevmeyen bazı büyükler evlendirdikten sonra gelinlerinden kıskanarak oğullarını sevmeye başlar. Halbuki bu hareket yukarıda da söylediğimiz gibi onu sevmek değil, yuvasını yıkmaya yeltenmektir.
Her şeyin bir karan, yeri ve zamanı vardır. "Vakitsiz öten horozun başı kesilir" dendiği gibi yerinde kararında ve zamanında olmayan sevgiler de, yarar değil zarar getirir. Ayrıca sevgi duygusal olmamalı, akıllı olmalı ve yarar getirmelidir. Özellikle ana babanın çocuklarını sevmesi.
Çocuklarını gerçekten akıllıca seven büyükler -kızları olsun oğulları olsun- evlendirdikten sonra her bakımdan kendilerini frenlemeli, yuvalarını sağlam temeller üzerine kurmaları için çocuklarını elleriyle baş başa bırakmalıdırlar. Böyle olursa kendileri de huzurlu olurlar, yeni evliler de yuvalarında huzur içinde yaşarlar. Hem de kimse kimseyi rahatsız etmemiş olur, hiç kimse günaha girmez. Kimse zulme uğramaz, kaynana gelin davası da olmaz