ANA SAYFA
  FORUM
  DESTEK OLUN
  ALLAH C.C
  PEYGAMBER EFENDIMIZ
  KURAN-I KERIM
  PEYGAMBERLER VE ALIMLER
  YASIN-I SERIF MEALI
  NAMAZ- ABDEST
  HAC VE ONEMI
  ILMIHAL
  KIYAMET
  ADAB-I MUASERET
  MUBAREK GUN-GECE
  HURAFELER
  KISSADAN HISSE
  TESETTUR
  DINI SUALLER
  AKAIDE GIRIS
  DUALAR UZERINE
  ISLAM TASAVVUFU
  HADIS ELKITABI
  EL LU VEL MERCAN
  MERAK EDILEN KONULAR
  IDARECILIK BILGILERI
  SUNNET VE BIDAT
  AILE BILGILERI
  DINI PROGRAMLAR
  HARITA
  BEBEK ISIMLERI
  RESIMLER
  TARIHIMIZ
  MENKIBELER
  POWERPOINT DOSYALAR

Veda Hutbesi
Veda Hutbesi
Bismillahirrahmanirrahim

EY İNSANLAR!

Sözümü iyi dinleyiniz.Bilmiyorum, belki bu seneden sonra sizinle burada ebedi olarak bir daha birleşemeyeceğiz.
İNSANLAR!

Bu günleriniz nasıl mukaddes bir gün ise, bu aylarınız nasıl mukaddes bir ay ise, bu şehriniz (Mekke) nasıl mübarek bir şehir ise, canlarınız, mallarınız da öyle mukaddestir, her türlü tecâvüzden korunmuştur.


ASHABIM!

Yarın Rabbinize kavuşacaksınız ve bugünkü her hal ve hareketinizden muhakkak sorulacaksınız. Sakın benden sonra eski sapıklıklara dönüp de birbirinizin boynunu vurmayınız! Bu vasiyyetimi burada bulunanlar, bulunmayanlara bildirsin! Olabilir ki bildiren kimse, burada bulunup da işitenden daha iyi anlıyarak muhafaza etmiş olur.


ASHABIM!

Kimin yanında bir emanet varsa onu sahibine versin. Faizin her çeşidi kaldırılmıştır, ayağımın altındadır. Lâkin borcunuzun aslını vermek gerektir. Ne zulmediniz, ne de zulme uğrayınız. Allah'ın emriyle faizcilik artık yasaktır. Cahilliyetten kalma bu çirkin âdetin her türlüsü ayağımın altındadır. İlk kaldırdığım fâiz deAbdulmuttalib'in oğlu (amcam) Abbas'ın faizidir.

ASHABIM!

Cahilliyet devrinde güdülen kan dâvâları da tamamen kaldırılmıştır. Kaldırdığım ilk kan davası Abdulmuttalib'in torunu (amcazadem) Rebia'nın kan davasıdır.


İNSANLAR!

Bugün şeytan sizin şu topraklarınızda yeniden tesir ve hakimiyet kurmak gücünü ebedi suretle kaybetmiştir. Fakat siz; bu kaldırdığım şeyler dışında, küçük gördüğünüz işlerde ona uyarsanız bu da onu memnun edecektir. Dininizi korumak için bunlardan da sakınınız!

İNSANLAR!


Kadınların haklarını gözetmenizi ve bu hususta Allah'tan korkmanızı tavsiye ederim. Siz kadınları, Allah emaneti olarak aldınız; onların namuslarını ve iffetlerini Allah adına söz vererek helal edindiniz. Sizin kadınlar üzeridne hakkınız, onların da sizin üzerinizde hakları vardır. Sizin kadınlar üzerindeki
hakkınız, onların, aile yuvasını, hoşlanmadığınız hiçbir kimseye çiğnetmemeleridir. Eğer razı olmadığınız herhangi bir kimseyi aile yuvanıza alırlarsa, onları hafifçe döğüp sakındırabilirsiniz. Kadınların da sizin üzerinizdeki hakları, memleket göreneğine göre, her türlü yiyim ve giyimlerini temin etmenizdir.


MÜ'MİNLER!


Size bir emanet bırakıyorum ki ona sıkı sarıldıkça yolunuzu hiç şaşırmazsınız. O emanet Allah Kitabı Kur'andır.
MÜ'MİNLER!
Sözümü iyi dinleyiniz ve iyi belleyiniz! Müslüman müslümanın kardeşidir, böylece bütün müslümanlar kardeştir. Din kardeşinize ait olan herhangi bir hakka tecavüz başkasına helal değildir. Meğer ki gönül hoşluğu ile kendisine vermiş olsun...


ASHABIM!

Nefsinize zulmetmeyiniz. Nefsinizin de üzerinizde hakkı vardır.

İNSANLAR!

Allah Teala her hak sahibine hakkını (Kur'an'da) vermiştir. Varise vasiyet etmeğe lüzum yoktur. Çocuk kimin döşeğinde doğmuşsa ona aittir. Zina eden için mahrumiyet vardır. Babasından başka bir soy iddia eden soysuz, yahut efendisinden başkasına intisaba kalkan nankör, Allah'ın gazabına, meleklerin lanetine ve bütün müslümanların ilencine uğrasın! Cenab-ı Hak, bu gibi insanların ne tevbelerini, ne de adalet ve şahadetlerini kabul eder.

İNSANLAR!

Rabbiniz birdir. Babanız da birdir; hepiniz Âdem'in çocuklarısınız, Âdem ise topraktandır. Allah yanında en kıymetli olanınız, O'na en çok saygı göstereninizdir. Arabın Arap olmayana -Allah saygısı ölçüsünden başka- bir üstünlüğü yoktur.
İNSANLAR!
Yarın beni sizden soracaklar, ne diyeceksiniz?

"-Allah'ın elçiliğini ifa ettin, vazifeni yerine getirdin, bize vasiyet ve öğütte bulundun diye şahadet ederiz." (Bunun üzerine Resûl-i Ekrem mübarek şahadet parmağını göğe doğru kaldırarak sonra da cemaat üzerine çevirip indirerek şöyle buyurdu.)

Şahid ol yâ Rab!
Şahid ol yâ Rab!
Şahid ol yâ Rab!

Kütüphanem
yeni makale» 40 Hadis
yeni makale» Dua nedir? Çeşitli Dualar
yeni makale» Din Nedir?
yeni makale» İman Nedir? Nasıl edilir?
yeni makale» Adab-ı Muaşeret
yeni makale» Hz.Muhammed Hayatı
Makaleler
yeni makale bu gerçekten önemlimi?
yeni makale
aile bağlarını koparmak...
yeni makale
Avrulalı kadını taklit
yeni makale
yarım hoca dinden eder
yeni makale
Gençliğin intihar koşusu
yeni makale
beşik ile kabir arası
yeni makale 
Ezanda geçen Haydin ...
Adab-ı Muaseret
yeni makale» Selamlasma Adabi
yeni makale» Saygı Adabı
yeni makale» Kardeşlik Adabı
yeni makale» Komşu Adabı
yeni makale» İzin İsteme Adabı
yeni makale» Yemek Adabı
yeni makale» Elbise Adabı
yeni makale» Doğruluk Adabı
yeni makale» Sır Tutma Ahlakı
Namazlar(Resimli)
yeni makale» Namazın Kılınışı Resimli
yeni makale» Namaz sureleri
yeni makale»
Cuma Namazı Kılınışı
yeni makale»
Bayram Namazı
yeni makale»
Cenaze Namazı
yeni makale»
Kaza Namazı
yeni makale» yolcu namazı
yeni makale»
Sehiv Secdesi (Unutma Secdesi)
Abdest (Resimli)
yeni makale» Abdestle ilgili Bilgiler
yeni makale»
Abdest Alınışı Resimli
yeni makale»
Abdesti Bozan ve Bozmayan yeni makaleDurumlar
yeni makale»
Gusülle ilgili Bilgiler
yeni makale»
Teyemmüm Bilgiler
yeni makale»
Teyemmüm Resimli
Mubarek Gün-Gece
yeni makale» Kadir Gecesi
yeni makale»
Mevlüt Kandili
yeni makale»
Regaib Kandili
yeni makale»
Miraç Kandili
yeni makale»
Beraat Kandili
yeni makale» Üç Aylar
yeni makale» Kandil Mesajları
Kıssadan Hisse
yeni makale» 33 ADIM
yeni makale»
86400 Saniye
yeni makale»
Hüzün
yeni makale»
İcki Icmek
yeni makale»
Sakat Köpek
yeni makale»
Kirlangic
yeni makale»
Sevgi Agaci
yeni makale»
Yaban Kazlari
Önemli Dini Bilgiler
yeni makale» Oruç ile ilgili Bilgiler
yeni makale» Zekat ile ilgili Bilgiler
yeni makale» Hac ile ilgili Bilgiler
yeni makale» Kurban ilgili Bilgiler
yeni makale» VEDA HUTBESİ
Hurafeler
yeni makale» SiHiR = BÜYÜ
yeni makale» Çaput Bağlamak
yeni makale» MUSKA
yeni makale» Mum Yakmak
yeni makale» Kurşun Dökmek
yeni makale» Fal Açmak
yeni makale» Günlerin Uğursuzluğu


www.islamanahtari.tr.gg

1-Âfetü’l ilmi en nisyanü: İlmin afeti unutmaktır.
************************
2
-Ettuhuru şatru’l iman: Temizlik imanın yarısıdır.
************************
3-A’kilhâ ve tevekkel: (Deveyi) bağla ve tevekkül et.
************************
4-Sûmû tesihhû: Oruç tutun, sıhhat bulun.
**********************
5-Es-salâtü imâdü’d dini: Namaz dinin direğidir.
*************************
6-Talebü’l helali cihadün: Helal peşinde koşmak cihaddır.
******************************
7-El-kelimü’t tayyibetü sadakatün: Güzel söz sadakadır.
***************************
8-El cennetü tahte zılâli’s süyuf: Cennet kılıçların gölgesi altındadır.
*************************
9-El mecalisü bi’l emaneti: Meclislerdeki sözler emanettir.
***************************
10-Ed-dellü alel hayri kefailihi:Hayra vesile olan yapan gibidir.
****************************
11-El cennetü dâr-ül eshıya: Cennet cömertler yurdudur.
*************************
12-Es- savmü nısf’us sabr: Oruç sabrın yarısıdır.
************************
13-Es sabru nısf’ul iman: Sabır imanın yarısıdır.
***********************
14-Et tebessümü sadakatun: Tebessüm etmek sadakadır.

************************
15-Es sabru miftahul ferec: Sabır, başarının anahtarıdır.
************************
16-Es sabru ınde sadmetül ula: Sabır, musi,betin ilk anındakidir.
************************
17-Efdalü’l ibadeti edvamuha: İbadetin efdali devamlı olanıdır.
************************
18-El Kur’anü hüved deva: Kur’an, sırf devadır.
************************
19
-Men samete reca: Dilini tutan kurtuldu.
************************
20-Re’sü’l hikmeti mehafetullah: Hikmetin başı Allah korkudur.
************************
21-El idetü atiyyetün: Vaad edilen verilmelidir.
************************
22-Ed duaü silahu’l mümin: Dua müminin silahıdır.
************************
23-İsmah yusmah leke: Müsamaha et ki sende göresin.
************************
24-Es salatü nur’ul mümin: Namaz müminin nurudur.
************************
25-En nedametü tevbetün: Pişmanlık tövbedir.
************************
26-El mescidü beytü külli takiyyin: Mescid, takva sahiplerinin evidir.
************************
27-Ed dinü en nasiha: Din nasihattir.
************************
28-Ed duaü hüvel ibadetü: Dua ibadettir.

 

************************
29-El cümuatü haccü’l mesakin: Cuma fakirlerin haccıdır.
************************
30-Hüsnü’s suali nısfu’l ilim: Güzel soru, ilmin yarıdır.
************************
31-Es selamü kable’l kelam: Önce selam, sonra kelam.
************************
32-İzâ gadibte fe’skut: Öfkelendiğinde sus.
************************
33-Kesretü’d dahiki tumitül kalb: Çok gülmek kalbi öldürür.
************************
34-Es savmu cünnetün: Oruç kalkandır.

35-Es subhatü temneu’r rızk: Sabah uykusu, rızka engeldir.
************************
36-El hamrü ummü’l habais: İçki, kötülüklerin anasıdır.
************************
37-Zina’l uyûni en nazaru: gözlerin zinası bakmaktır.
************************
38-El kanâatü mâlün la yenfedü: Kanaat bitmez bir sermayedir.
************************
39-El hayaü minel iman: Hayâ(utanma duygusu) imandandır.
************************
40-El mer’ü ala dini halilihi: Kişi, arkadaşının dini üzeredir.
www.islamanahtari.com
huzurlu adresiniz

ELMALILI MUHAMMED HAMDI YAZIR TIN

KURAN'I KERİM TEFSİRİ
(ELMALILI MUHAMMED HAMDİ YAZIR)

95-TİN:

"Tin'e ve Zeytun'a andolsun". Tin incir demek ise de burada öyle terceme etmek pek uygun olmayacaktır. Zira tefsircilerin bir çoğunun açıklamasına göre burada Tin ve Zeytun birer özel isim yerindedir. Özel isim olmuş kelimelerin ise tercemesine kalkışmak doğru değildir. Çünkü onlar neye isim olmuşlarsa onları mânâlarıyla değil lafızlarıyla tanıtırlar. "İncir Köyü" diye bilinen bir köy, "Tin Karyesi" diye terceme edilmekle tanıtılmış olmayacağı gibi, Tin adıyla anılan bir dağı veya mescidi veya beldeyi de incir diye anlatmaya kalkışmak izah değil, karıştırma olur. Gerçekte tefsirler burada Tin ve Zeytun hakkında başlıca iki görüş nakletmişlerdir:

BİRİSİ: Bazı tefsirciler demiştir ki: Görünen şekli ile Tin ve Zeytun'dan maksat, bu ad ile meşhur olan incir ve zeytin yemişleri veya ağaçlarıdır. Zira lugat itibariyle görünen bu olduğu gibi Hasen, Mücahid, İkrime, İbrahim Nehai, Ata, Mukatil, Kelbi ve daha bir kısım âlimlerden "O, sizin şu inciriniz ve zeytininizdir.", yahut "O, yenilen incir ve sıkılan zeytindir.", yahut "o, insanların yediği yemiştir." tabirleriyle rivayet edilmiş ve İbnü Abbas'a da nisbet edilmiştir. Bunlardan ise, bir mecaz veya kinaye kastedildiğini gösteren bir karine (ipucu) bulunmayınca, açık olan incir ve zeytin diye bildiğimiz meyveler olmaktır. Fakat bu durumda insan yaratılışının güzelliğini veya çirkinliğini ve sonunun acılığını veya tatlılığını anlatırken incir ve zeytine yeminle başlamanın ne ilgisi olduğunu da düşünmek gerekeceğinden incir ve zeytinin insan hayatı için hem gıda, hem meyve, hem ilaç, hem ticaret açısından faydaları pek çok olan meyvelerin en güzel ve mübareklerinden olduğunu açıklamaya çalışmışlardır ki, biz burada bunun ayrıntılarına girmeye gerek duymuyoruz. İnsan yaşamak için maddi ve manevi gıdaya muhtaçtır. Maddi gıdaların en önemlileri tatlı ve tuzlu veya yağsız ve yağlı yiyecekler, bunların en güzelleri de meyvelerdir. İşte incir ve zeytin ya meyvelerin en faydalı ve en mübarekleri olmak itibariyle özel durumlarına veya özeli zikredip geneli kastetmek yoluyla tatlı veya tuzlu, yağsız veya yağlı genellikle önemli yiyecekleri temsil edecek birer misal; Tur-i Sina ve Beled-i Emin de manevi gıdalara yer olan mübarek mevkiler olmaları nedeniyle bunlara yemin edilmiştir, demek olabilir. Bununla beraber insan yaratılış, açısından düşünüldüğü zaman "Erkeği ve dişiyi yaratana andolsun."(Leyl, 92/3) yemininin taşıdığı mânâdan dolayı bu iki meyvenin dişi ve erkekten kinaye olmaları ihtimali de uzak değildir. Bu görüşe göre Tin ve Zeytun, incir ve zeytin diye tercüme olunabilir.

İKİNCİ görüşe gelince: Birçok tefsirci de demiştir ki: Burada "tin" ve "zeytun"dan maksat yemiş değil, bu isimlerle anılan mübarek yerlerdir. Turu Sinin ve Beled-i Emin ile beraber zikredilmeleri de bunu gösteren bir karinedir. Alûsî de bir çoğunun kabul edip inandığı üzere "bunlar, mübarek şerefli yerlere yemindir" diyerek bu görüşü tercih etmiştir. Bu yerlerin nereleri olduğuna gelince de birer dağ ismi, birer mescid ismi, birer belde ismi olması hakkında üç gürüş zikretmişlerdir. Şöyle ki:

1- Birer dağdırlar.

İbnü Cerir'de Katade'den: Tin, Dimeşk'ın bulunduğu dağ; Zeytun, Beyt-i Makdis'in bulunduğu dağdır. İkrime bir rivayette de: Bunlar iki dağdır.

Rebi'den: Hemedan ile Hulvan arasında iki dağ, Şam dağları.

Said b. Mansur ve İbnü Ebi Hâtim, Ebu Habib Haris b. Muhammed'den Tin, Tur-i Tina; Zeytun, Tur-i Zeyta denilen dağlardır. İyi incir ve zeytin bittiği için bu şekilde isimlendirilmişlerdir. İmam Razî bunu İbnü Abbas'ın sözü olmak üzere naklederek şöyle der: İbnü Abbas demiştir ki: Bunlar mukaddes topraklardan iki dağdır. Bunlar incir ve zeytin yetişen yerler olduklarından dolayı bunlara Süryanice'de Tur-i Tina (Tin Dağı) ve Tur-i Zeyta (Zeytin Dağı) denilmiştir. Bu takdirde yüce Allah Nebilerin yetiştiği yerlere yemin etmiş demektir. Tin denilen dağ İsa (a.s)'nın; Zeytun, Şam İsrailoğullarına gelen peygamberlerin çoğunun gönderildiği yer; Tur, Musa (a.s)'nın peygamber gönderildiği yer; Beled-i Emin de Muhammed (s.a.v.)'in peygamber olarak gönderildiği yerdir. Şu halde gerçekte yeminden maksat, peygamberlere hürmet ve derecelerini göstermek olur.

2- İki mescittirler. İbnü Zeyd: Tin, Dimeşk mescidi; Zeytun, Beyt-i Makdis Mescidi demiştir. Ka'b da: Tin Dimeşk Mescidi, Zeytun İliya Mescidi demiştir. İbnü Abbas'tan gelen bir rivayete göre de Tin Nuh Mescidi, Zeytun Beyt-i Makdis Mescidi'dir.

3- İki beldedir. Ka'b'ın dediğine göre Tin, Dimeşk; Zeytun, Beyt-i Makdis'tir. Şehr b. Havşeb de: Tin, Kûfe; Zeytun, Şam'dır demiştir. Maksadı Kûfe'nin bulunduğu yer demek olacaktır ki Nuh (a.s)'un konakladığı yere denir.

Demek ki Tin ve Zeytun, aslında bildiğimiz incir ve zeytin meyveleri ve ağaçları olmakla beraber bunların yetiştiği bereketli yerler olmakla tanınmış iki dağ ve onlarda iki belde ve onlarda iki mescid dahi Tin ve Zeytun adlarıyla tanınmış, bunlar da Tur-i Seyna ve Mekke gibi dinin çıktığı mübarek şerefli yerler sayılmış olduğundan burada hayat için maddi, manevi gıdaların ve incir ve zeytin gibi faydalı meyveler verecek çalışma ve amelin ve yerin önemine ve özellikle incir ve zeytinin lezzet, kıymet ve faydalarına da ima ve işaret ile beraber daha ziyade peyamberlerin yetiştiği, dinlerin çıktığı yerler olarak bilinen kutsal yerlere yemin edilmiştir. Bundan dolayı "Keşf" yazarının dediği gibi, bunların hepsi dinî ve dünyevî hayır ve bereketi ile mukaddes topraklara ve emin bir beldeye yemin demek olur. Yalnız incir ve zeytine yeminde bu ahenk ve kapsamı anlamak güçtür. Onun için Tin'i ve Zeytun'u sade incir ve zeytin meyveleri diye terceme etmemeli, gerek Hıristiyanlık'ta, gerek Yahudilik'te gerek İslâm'da "Çevresini mübarek kıldığımız."(İsrâ, 17/1) mânâsı gereğince mübarek tanınan ve hayır ve bereketinden istifade için iyi olma hususunda yarışılarak çalışılması arzu edilen mukaddes topraklara dahi işaret olmak üzere sözü geçen incir ve zeytin isimleriyle şöyle demelidir:

2. Yemin olsun o Tin'e ve Zeytun'a ve Tur-ı Sinin'e yemin olsun, Sinin Dağı'na ki Hz. Musa'nın Allah ile konuşma şerefine nail olduğu dağ olup sin harfinin kesresi veya fethası ve nunun uzatılmasıyla Tur-ı Sina ve Tur-i Seyna diye de tanınmış ve meşhur olmuştur. Sonu kısa ve uzatılmadan Tur-i Seyna da denildiği "Kamus"ta yazılıdır.

Ebu Hayyan, "Bunun Şam'da bir dağ olduğunda ihtilaf yoktur." demiş; Şihab yazarı da; "bu, meşhur olanın aksi olduğu, çünkü bu gün bilinen Tur-i Sina'nın Akabe ile Mısır arasındaki Tih yakınlarında bulunduğu" beyanıyla itiraz etmiş ise de Ebu Hayyan'ın maksadı da Mısır toprakları karşısında bulunan ve Filistin'i dahi kapsayan mutlak Şam toprakları olmalıdır. İhtilaf yoktur denilmesi bunu gösterir. Nitekim İbnü Cerir de hep "Şam'da bir dağdır, bir mübarek dağdır." diye rivayet etmiştir. Tur, dağ ve özellikle bitkili dağ demektir.

SİNİN, o dağın bulunduğu ve kendisine nisbet edildiği yerin ismi olup Beyrun ve benzeri kelimeler gibi muamele görerek çoğul kelimeler gibi "vav" ve "ya" ile irab aldığı, bazı kere de "ya" ile bırakılıp sonundaki "nun"a irab harekeleri verildiği söylenmiştir. Görünen şekliyle "Sinler Dağı" demek gibidir. Ahfeş demiştir ki: Sinin kelimesi ağaç mânâsına çoğuldur. Tekili "Sine"dir. Sanki Tur-i Eşcar yani, Ağaçlar dağı demek gibidir. Kelbi'den de "ağaçlı dağ" diye rivayet edilmiştir. Bunlar, "Derken ona varınca mübarek yerdeki vadinin sağ kıyısındaki ağaçtan şöyle seslenildi: Ey Musa!..."(Kasas, 28/30) âyetinde mübarek yerdeki Musa ağacına işaret olsa gerektir.

İbnü Ebi Hatim, İbnü Münzir, Abd b. Humeyd İbnü Abbas'tan, "sinin, hasen yani güzel demektir" diye rivayet etmişlerdir. Dahhak'ten de böyle rivayet olunmuş, İkrime'den de bunun güzel mânâsına olması Habeş lisanı olduğu ziyadesiyle rivayet olunmuştur. İbnü Cerir ve İbnü Asakir Katade'den de; "Sinin; mübarek, güzel ağaçlı demektir." dediğini rivayet etmişlerdir. Bununla beraber İbnü Cerir demiştir ki: Bu görüşlerden doğru olan, "Tur-i Sinin, bildiğimiz dağdır." diyenlerin görüşüdür. Çünkü Tur, bitkili dağ demektir. Sinin dağı denilmesi onu tarif içindir. Eğer "sinin kelimesi, güzel ve mübarek mânâsınadır" diyenlerin dediği gibi Tur'un sıfatı olsaydı, Tur tenvinli okunurdu. Çünkü bir şey bir sebep bulunmadıkça kendi sıfatına muzaf (belirtilen) kılınmaz. Yani "sinin", güzel ve mübarek mânâsında olsaydı, "Tur-i sinin"in bir sıfat tamlaması olması lazım gelir ve "Tur" kelimesi munsarif olduğundan tenvin alması gerekirdi. Oysa tenvin olmadığı için tamlama, isim tamlamasıdır diyor. Bu da çoğunlukla kabul edilmiş bulunuyorsa da, anlatıldığı üzere "sinin, güzel ve mübarek mânâsınadır" diyenler tamlamanın vasfı olduğu görüşüne varmış değillerdir. "Ağaç" veya "yer" gibi, nitelenen bir kelime takdiriyle veya sıfat-ı galibe türünden isim olarak tarif için muzafun ileyh (belirten) yapılmış olmasına engel olmaz. Maksatları güzel dağ demekten ibaret değil, yerinin veya otunun, ağacının mübarekliğini, güzelliğini beyan etme mânâsına "mübarek, güzel dağı" demek olmasında ve Hz. Musa'nın Allah'la konuştuğu o meşhur Tur-i Sina'ya bu mânâ ile "Tur-ı Sinin" denilmiş olmasında bir sakınca bulunmadığı gibi Kur'ân'da onun hakkında gelmiş olan "Vadi-i Mukaddes" (Kutsal Vadi), "Va-di-i Eymen" (Uğurlu Vadi) ve "Mübarek yerde bulunan ağaç" nitelikleriyle de pek çok ilgi ve uygunluğu vardır. Burada biraz sonra gelecek olan "Ahsen-i takvim" (en güzel biçim)den bahsetmeye bir başlangıç ve giriş olmağa da yakışır. Bu şekilde o Tin, Zeytun ve Tur-i Sinin'e yani bu üçüne yemin, Mukaddes Arz'a yemin mânâsında olur. Şu da "vav" atıfası (bağlacı)yla üçüne birden bağlanmış olur.

3. Ve bu emin, güvenli beldeye yemin olsun. Yani, Ey Muhammed! Bu bulunduğun, doğup büyüdüğün, peygamber olarak gönderildiğin, kudret, ululuk ve saygı hitabıyla emniyete erdiğin, emin yani güvenli vasfıyla tanınan beldeye de yemin olsun. Tefsirciler buna oy birliğiyle Mekke demişlerdir. Çünkü Beled Sûresi'nde de geçtiği üzere Mekke'nin bir ismi olduğu gibi "Hani biz Kabe'yi insanlara vaktiyle bir sevap mahalli ve emin bir sığınak yapmıştık. Siz de Makam-ı İbrahim'den namaz kılacak bir yer edinin."(Bakara, 2/125) buyurulduğu üzere insanlara bir sevap yeri, bir sığınak olan Ka'be ve İbrahim'in makamı olarak ve "Biz onları, her şeyin ürünlerinin toplanacağı emin bir Harem'de yerleştirmedik mi?"(Kasas, 28/57) buyurulan "Emin Harem" orada olduğu için Beled-i Emîn adıyla tanınan da odur.

Alûsî'nin yazdığına göre merfu bir hadiste de: "O, âlemlere hidayet olan Kâbe'nin bulunduğu yer ve Resulullah'ın doğduğu ve peygamber gönderildiği beldedir." diye gelmiştir. Bundan bu sûrenin Mekke'de indiği anlaşılırsa da hicretten önce mi, yoksa sonra mı indiği anlaşılmaz. Hicretten sonra inenler, Mekke'nin fethinden sonra Mekke'de inmiş bulunsalar bile Medenî sayıldığına göre hicretten evvel inmiş mânâsına Mekkî olmasını gerektirmez, Medenî de olabilir. Şu halde bu sûre Mekke'nin fethinden sonra orada inmiş ise, Katade'den rivayet edildiği üzere Medenî demek olur. Çoğunluğu,"Mekke'de inmiştir" demesi de Mekke içinde inmiş olması mânâsıyla yorumlanabilir. Bu mânâ, bu sûrenin kendinden öncekine bir netice gibi olan mânâsına da pek yakışır ise de, Mekkî olmakta meşhur olan mânâ hicretten önce olmasıdır. Şu halde Resulullah (s.a.v)'a bu güvence daha o zaman verilmiş demektir.

EMİN, "emanet" kökünden feil kalıbında fakat fail mânâsında yani emniyette kılan, zulüm ve haksızlık yapmaktan uzak, kendisine bırakılan şeyi iyi koruyan, güvenilir demektir. Bu mânâda "amin" şeklinde ism-i fail (etken ortac)i duyulmuş değildir deniliyor. (Kasas, 28/57) âyetinde olduğu gibi "amin" kelimesinin "emn" yerinde kullanılması "zu emn" yani emniyetli meâlinde olarak nisbet mânâsında olduğu söylenmiştir. Çünkü ism-i fail (etken ortaç) olarak "amin" emniyeti olan, yani korkusu olmayan, yahut emniyet eden veya emniyet ve korkusuzluk veya emanet veren demektir. Beldenin eminliği de, içinde bulunan kimseleri güvenilir bir adamın emaneti koruması gibi muhafaza eder, tecavüzden korur olmasıdır ki bu benzetme yoluyla verilmiş bir mânâdır veya emniyet ve korkusuzluk mânâsına gelen "emn" kökünde ism-i mef'ul (edilgen ortaç) olup me'mun, yani korkulmaz, korkutulmaz, emniyet ve sükun içinde demektir. Beldenin bu mânâca emin olması da, içindeki halkın korkusuz ve tehlikesiz olması, yani dert ve sıkıntılardan korkulmaması mânâsına "isnad-ı mecazi"dir. Şu halde emniyetli demek iki mânâyı da ifade edebilir. Mekke-i Mükerreme'nin böyle emin bir belde oluşu ise "Allah Ka'be'yi, o Beyt-i Haram'ı insanlar için bir düzen vesilesi kıldı."(Mâide, 5/97) mânâsı gereğince Allah tarafından insanların durumu için Beyt-i Haram yapılmış olan Ka'be-i Muazzama makamına harem olması ve ziraatsiz bir vadi olduğu halde Hz. İbrahim'in "Ey Rabbimiz! Ben soyumdan bazısını senin Ka'be'nin yanında ekin bitmez bir vadide yerleştirdim. Ey Rabbimiz! Namazı kılsınlar diye yaptım. Artık insanlardan bir kısmının kalplerini onlara meylettir. Onları ürünlerden rızıklandır. Umulur ki şükrederler." (İbrahim, 14/37) duasına mazhar olarak "Biz onları herşeyin ürünlerinin toplanacağı emin bir Harem'de yerleştirmedik mi?"(Kasas, 28/57) ve "Onlar görmediler mi ki, çevrelerindeki insanlar çarpılıyorlar iken biz Mekke'yi emin bir yer yaptık."(Ankebut, 29/67) nimetleri kriterince emin bir harem bulunması ve Resul-i Ekrem (s.a.v) Hazretleri'nin doğduğu ve peygamber olarak gönderildiği yer olması, "Oysa sen içlerinde iken Allah onlara azap edecek değildi. Mağfiret diledikleri halde Allah onlara azap edecek değildir."(Enfal, 8/33) ilâhî vaadi gereğince halkının, hem Resulullah (s.a.v.) içlerinde bulunduğu müddetçe hem de yüce Allah'ın mağfiretini isteyerek istiğfar ettikleri sürece azap olunmayacaklarına dair garanti verilmiş bulunması nedeniyledir. Emniyet ise hayatın en önemli şartlarından olduğu için, Mekke'ye böyle "emin belde" adıyla yemin edilmesi, bunun bu emniyet itibarıyla Tin, Zeytun ve Tur-i Sinin diye işaret edilen ve çekişme ve kavgadan uzak bulunmayan Arz-ı Mukaddes'teki yerlerden daha mukaddes ve dolayısıyla ilâhî ahit ve yeminde daha yüksek bulunduğunu anlatan ve bu şekilde bu yeminlerde maddi tattan manevi emniyet zevkine doğru yükselen bir ilerleme vardır ki, bu bize insan yaratılışı için yurt emniyetinin ömemini ve yurtların, beldelerin kıymeti, hakiki emniyeti ile uygun, bunun da din ile ilgili olduğunu anlatır. Bu nedenle "emin belde" vasfı Mekke'yi göstermekle beraber diğer beldelerin de kıymetlerinin en çok emniyet ve sükun açısından ölçülmesi gerekeceğine işaret eder ki bu işaret

"Allah bir beldeyi misal yaptı ki, emniyet ve sükun içinde idi. Ona rızkı her yerden bol bol geliyordu. Derken, halkı Allah'ın nimetlerine nankörlük etti. Allah da onlara, yaptıkları sebebiyle açlık ve korku elbisesini tattırdı. Andolsun onlara içlerinden bir peygamber geldi de onu yalanladılar. Zulmederlerken azap kendilerini yakalayıverdi. Artık Allah'ın size verdiği rızıklardan helal ve hoş olarak yeyin de Allah'ın nimetine şükredin. Eğer gerçekten ona ibadet edecekseniz."(Nahl, 16/112-114) âyetlerinin mânâsıdır.

İşte Tin, Zeytun, Tur-i Sinin ve bu Emin Belde isimlerinin bilinen ahit mânâlarıyla zihinlere açık açık veya delalet yoluyla ifade ettiği bu mânâ ve kavramların derecelerine göre, sırasıyla önemleri yemin ile hatırlatıldıktan sonra bu yeminlere cevap olarak buyuruluyor ki:

4. Gerçekten biz insanı en güzel bir biçimde yarattık, yani insan cinsini maddi ve manevi olarak, doğrultmanın, kıvama koymanın, biçimlendirmenin en güzelinde, en güzel biçimde olarak yarattık. terkibi, "Kıvama koymanın en güzelinde olduğu halde" mânâsında zarf-ı müstekarr olarak insanın yaratılırkenki halini bildirmektedir.

TAKVİM, eğriyi doğrultmak, kıvama nizama koyma, kıymet biçmek, kıymetlendimek mânâlarına gelir. Sonundaki tenvin belirsizlik ve büyüklük için olarak "ahsen-i takvim", herhangi bir biçimlendirmenin veya büyük bir biçimlendirmenin en güzeli demek olur. Bu ise her mânâsıyla biçimlendirmenin en güzel biçimi demek olacağından maddî manevî her türlü güzelliği kapsar. Belinin doğrulmasından, biçiminin güzelleşmesinden, kuvvet ve melekelerinin yükselmesinden akıl, irfan ve ahlâkıyla ilâhî güzelliğe ermesine kadar gider. Belinin doğrulmasını, boy posunun düzgün olmasını bütün bu mânâlardan kinaye olarak veya dıştan içe geçmek, yerden göğe yükselmek için bir başlangıç olarak düşünebiliriz.

Ebu Hayyân der ki: Nehai, Mücahid ve Katade, "şekil ve duygularının güzelliği" demişler, boyunun doğruluğu da denilmiştir. Ebubekir b. Tahir, "akıl, idrak ve iyiyi kötüden ayırt etme gücü ile süslenmesi" demiş, İkrime de, "gençliği ve kuvveti" demiş ise de en iyisi, her en güzel olanı içine alacak şekilde genelliğidir. Yani gerek boyunun posunun doğruluğu ile günden güne artan görünen şeklinin güzelliği ve gerek aklının, zihninin hak ve hayır âyetlerini ve hatırlatılan güzellik ve yücelikleri idrak edebilecek şekilde güzel kabiliyeti ve gerek ilâhî ahlâk ve niteliklerle ahlaklanıp nitelenebilecek derecede gelişme ve olgunlaşmaya elverişli olan ahlâk güzelliği gibi maddi ve manevi her türlü güzelliği kapsar.

Gerek fizikî ve cismanî bakımdan, gerek ahlâk ve maneviyat itibariyle ruhani bakımdan insan en güzel bir kıvama erebilecek en güzel bir biçimde yaratılmıştır. Gerçekten insanın mahiyet ve aslına, insanlık âlemine derin ve araştırıcı bir bakışla bakan ve onun dışında ve içinde bulunan incelikleri düşünüp fikir yürüten kimse onu bazı ulu kişilerin dediği gibi görünen ve görünmeyen âlemlerin aktıkları yerlerin birleşme noktası, ifade ve istifade feleklerinin iki nuru olan güneş ve ayın doğduğu yeri, Hak Kalemi ile yaratılış kitabına yazılmış enteresan satırlardan oluşan metin ve ibareleri kapsayan ve onlardaki ilâhî sırların ve eşi benzeri olmayan güzelliklerin olmuş ve olacak mânâlarını açıklayan, kısa fakat birçok mânâları toplayan bir nüsha olarak görür ve Hz. Ali'nin söylediği bildirilen şu mânânın doğruluğundan haberdar olur:

"İlacın sendedir de farkında olmazsın,

Derdin de sendendir fakat ki görmezsin,

Sanırsın ki sen sade küçük bir cisimsin

Oysa sende dürülmüş en büyük âlem."

Nakledildiğine göre, Kadi Yahya b. Eksem ve bazı Hanefiler; karısına: "Sen aydan daha güzel olmamış isen boşsun." diyen kimse karısını boşamış olmaz diye fetva vermişler ve bu âyeti delil göstererek bu hükme varmışlardır. Kuşku yok ki bu güzelliği yalnız o küçük cisimde, maddi şekil ve kıyafette arayan hata etmiş olur. Yüzler ne kadar yaldızlansa onda bir ay ışığı parıltısı olmaz, fakat ay ışığını gören göz, güzelliği ve aşkı sezen bir öz vardır ki güzellik ondadır. Sevgililerini parlak aydan, ışık saçan güneşten daha güzel olarak niteleyip anlatan şairlerin aşk macerasını inleyen hesaba gelmez şiirlerinde parlayan güzellik ve alımlılık cazibesi bile sade topraklara gömülmeye mahkum maddi görünüşün değil, gönüllerde kaynaşan ruhani bir tecellinin cilvesidir. Güzellik ve aşk dışa dikilen bir şekil değil, gönülde kaynayan bir mânâdır:

"Hayaliyle tesellidir gönül meyl-i visal etmez

Gönülden özge bir yar olduğun aşık hayal etmez."

diyen şair de bu mânâyı terennüm etmek istemiştir.

Kısacası, insanın güzelliğinin en güzel biçimde olması, duygusuz olan şekil ve suretinde değil, duygusunda ve özellikle "güzellik" denilen mânâyı anlamasında ve o duygudan güzellerin güzeli, en güzel yaratıcıyı ve onun mutlak güzellikle en güzel olan kemal sıfatlarını tanıyıp onun ahlâkıyla ahlâklanmış olmasındadır. İnsan yaratılışının kıvamı ve aday olduğu olgunlaşma budur. İnsan ilk doğuşunda bu olgunlukta olarak değil, fakat bu kıvama, bu olgunluğa, bu güzelliğe doğru ilerleme kabiliyeti verilmek mânâsına en güzel biçimde yaratılmıştır. Yoksa onda hiçbir fanilik lekesi, bir aşağılık hali bulunmazdı. Oysa böyle olmadığı görülüp duruyor. Fertlerin güzelliğinde mertebelerin bulunduğu ve her ferdin fanilikten, aşağılık âlemden, mutlak güzelliğe yaraşmayan lekelerden ve ihtiyaçlardan başlangıçta bir hissesi, günah denilen ve günden güne atılması gereken bir derdi bulunduğu ve bu şekilde beden yükünü ata ata ruhların temizliğe ve kurtuluşa gittiği ve böyle bazılarının yükselmesine karşılık diğer birçoklarının da hiçbir güzellik hissesi kalmayarak en alt tabakalara kadar yuvarlanıp durduğu görülüyor. Onun için buyuruluyor ki:

5. Sonra. Bunda açık olan zamanda gecikmedir. Bununla beraber rütbede olduğu da düşünülebilir, deniliyor. Buna göre bazı insanlar başlangıçta da en güzel biçimde olmamış olur. Bundan da "Allah'ın insana gücü yetmeyeceği şeyi yüklemesi" konusunun tartışmaya açılması gerekir. Doğrusu "en güzel biçim"den hiç hissesi olmayana insan ismini vermek doğru olmaz. Bir insan denilince elbette onda bir hissesi olmuştur. O halde gecikme rütbe ile ilgili değil, zamanla ilgilidir. Yani, bir zaman sonra onu, (o en güzel biçimde yaratılan insanı) aşağıların en aşağısına çevirip döndürdük. Yahut, "Sefillerin en sefili yaptık." Yahut "o güzel biçimden döndürüp de maddî ve manevî olarak kötülenmiş en sefil bir halde cehenneme veya cehennemin en aşağı tabakasına doğru ittik." Temizlik yerine eğrilik, güzellik yerine çirkinlik, ilerleme yerine gerileme, sıhhat yerine zayıflık ve hastalık, gençlik yerine ihtiyarlık, akıl ve bilgi yerine bunaklık ve cahillik, çalışma ve gayret yerine tembellik, bolluk yerine darlık, güçlük yerine zelillik, lezzet yerine elem ile bunaklık dönemine, ondan hayata karşılık ölüme, çürüyüp kokmaya, ondan kıyamette dünyaya karşılık cehenneme veya cehennemin en alt tabakasına doğru kaktık, "Cehennemin en alt tabakasında" (Nisâ, 4/45) olacak kadar geri çevrilmiş kıldık.

6. Ancak iman edip iyi ameller işleyen o en güzel biçime yaraşır, Allah'ın rızasına uyarak ilerisi, ahireti için hayra yarar, meyve verir, güzel işler yapan kimseler hariç, bunlar öyle geri çevrilmez, o aşağılık çukuruna düşmez, görünüş güzelliğini, maddi kıvamı kaybetseler bile ona karşılık kurtuluşa, en güzel olan mutlak güzelliğe, daha çok sevimliliğe, o iman ve amelin meyvelerini koparacak güzel sona doğru giderler. Çünkü onlar için öyle bir ecir vardır ki kesilmez, tükenmez veya başa kakılmaz, başa kakılmadan sonsuza kadar devam eder. O bedenler amel edemez olduğu, yokluğa gittiği halde de o ecir, bir başa kakma olmadan, sonsuza kadar sürer. Dolayısıyla onlar sefil olmak şöyle dursun, çalışma zahmetinden dahi kurtularak o en güzel biçimlendirmenin olgunluk zirvesine ermiş, en güzele ve onun ziyadesiyle Hakk'ın cemaline kavuşmuş olur. İşte o Tin ve Zeytun'un, o Tur-ı Sinin'in, o emin beldenin asıl hatırlattığı mânâ da budur. Yüce yaratıcının lütuf ve ihsanına ve emir ve hükmüne, bu cezalandırma ve ödüllendirme kanunu ile sorumluluğa inanıp gereğince Allah için güzel ameller işleyerek o en güzel biçimlendirmeyi olgunluk zirvesine götürmeye çalışanların kesilmez bir ecir ve mükafata ermeleri, bunların dışındakilerin, yani iman ile iyi ameli olmayanların da aşağıların aşağısına yuvarlanmaları önermesidir. İmanı olmayanların, her ne yapsalar o sefillik ve aşağılığa düşecekleri kesindir. Dinin bütün mânâsı da bu ceza ve sorumlulukta, bu iman ile Allah için iyi amel yapma kanununda özetlenir ki bu, kul tarafından iman ve itaat ile iyi amel işlemek; Allah tarafından da iyilik ve kötülük yollarını bildirerek iyiliğe iyilik, kötülüğe kötülük ile mükafat ve ceza verme mânâsını taşır. "Doğrusu Allah katında din ancak İslam'dır."(Âl-i İmran, 3/19) buyurulan İslâm da bu iki özelliği içerir. Yani din, Allah ile en güzel biçimde yarattığı kullar arasında bir ilgi, bir bağlılık kanunudur ki, kullar tarafından mânâsı, yaptığı işe göre karşılık alacağına inanıp iman ve salih amel ile esenliğe ermek; Allah tarafından mânâsı da iyiyi kötüyü, güzeli çirkini bildirip ona göre hüküm ve cezasını uygulayarak kötüleri aşağıların aşağısına iterken iman edip iyi işler yapanları adi âlemden yüce âlemde esenliğe çıkarmak, kesilmez ecir ve mükafat ile ilâhî meclise, birlik âlemine almaktır. Onun için idi ki, önceki sûrenin sonuda, "Ancak Rabb'ine yönel."(İnşirah, 94/8) buyurulmuş idi. İşte burada bu ecir ve ceza özetlenmiş, dinin mânâsı da bu ödül ve ceza kanununda toplanmış bulunduğu için netice olarak buyuruluyor ki:

7. O halde artık sana dini ne yalanlatabilir? Bu hakikat böyle iken, bu ödül ve ceza, o en güzel biçim ile yaratılma, sonra aşağıların aşağısına çevrilme ve iman edip iyi amel işlemeye tükenmez ecir bir taraftan görülen, akılla anlaşılan, nakledilen bunca şahit ve delil ile bilinmiş; bir taraftan da bu ilâhî vaad ve haber ile vurgulanmış ve kesinleşmiş ve sırf maddi gözle bakıldığı zaman bile çalışmayanların ücret alamadığı ve bedenlerin neticede çürüyüp kokarak atıldığı göz önünde dururken bundan sonra artık sana "din yalandır, o cezanın, o ödülün aslı yoktur" diye yalan söyletecek ve dolayısıyla seni imandan ve iyi amelden alıkoyup o tükenmez ecirden yoksun edecek ve yalancılıkla, dinsizlikle aşağıların aşağısına ittirecek ne gibi bir sebep olabilir? Ey o en güzel biçimde yaratılmış ve sonra aşağıların aşağısına çevrilme tehlikesiyle karşı karşıya bırakılmış olan insan! Yahut, ey Muhammed! Bu hakikat, bu ecir ve ceza böyle sabit ve dünyada bile görülüp dururken ve sende bu en güzel biçimde yaratılma ve iman gibi yüce ahlâk varken sana, "din hakkında yalan söylüyorsun" diye seni yalancılıkla itham ettirecek ne gibi bir sebep olabilir?

8. Allah, hakimlerin hakimi, hükümdarların hükümdarı değil mi? Hakimler, hükümdarlar isyan edenlere ceza; itaat edenlere, iş görenlere ecir ve ödül verir bir "din" demek olan ceza ve sorumluluk kanunlarını uygularlar da, onların hepsinin üzerinde hakim olan yüce Allah hükmünü yerine getirmez, ceza ve ödül vermez, dinini yürütmez olur mu? Elbette olmaz. Hiç kuşku yok ki insanı o en güzel biçim ile yaratan Allah, hakimlerin hakimidir. Onun dini her dinden üstün hak dindir. O dinini yürütecek, güzel ile çirkini, yalancıyı doğruyu ayıracak, iman edip samimiyet ve ihlasla güzel güzel ameller yapan müminlere mükafat verecek; kâfirleri, dinsizleri de aşağıların aşağısına yuvarlıyacaktır. O halde insan olan, dine yalan dememeli, cezayı inkâr etmemeli, insan kuvvetli olunca haklı olur, her yaptığı kalır, ceza görmez, ceza kanunu acizlere özgüdür sanmamalı; hakim, hükmünde kendi kuvvetine aldanıp da hak ve adaletten ayrılmamalı, o hakimler hakiminin hüküm ve kudretinden korkmalı, aşağıların aşağısına yuvarlanmaktan sakınmalı, onun dinine girmeli, ona iman edip Allah'ın kullarına karşı adalet ve âlemin düzelmesine hizmet ile o tükenmez ecir ve mükafata ermelidir. Yoksa insanı o en güzel biçimde yaratan Allah'ı, hakimlerin hakimi değildir zanneden kendine yazık etmiş olur. Bu durumda bu âyet kâfirlere tehdit, müminlere müjdedir.

Tirmizî, Ebu Davud ve İbnü Merduye Ebu Hureyre (r.a.)'den Hz. Peygamber (s.a.v.)'in şöyle dediğini rivayet etmişlerdir: Her kim 'yi okuyup da "Allah hakimlerin hakimi değil midir?" âyetine geldiğinde "Evet, ben de ona şahitlerdenim." desin buyurmuştur. Bazı rivayetlere göre de Resulullah (s.a.v) bu âyete geldiği vakit "Allah'ım sen noksan sıfatlardan uzaksın, evet." derdi.

Bu sûrede insanın yaratılışı ve dininin hakikatı bu şekilde tesbit edilip özetlenerek hem evvelki sûreler bir özete bağlanmış hem de bundan sonraki sûrelere bir hazırlık yapılmıştır. Din yalan değil, hak; Allah da hakimlerin hakimi olunca, "Oku, Rabb'inin ismiyle oku!" diye okutmaya başlamak ne kadar güzel ve ne kadar yerindedir.
 

 
 

SAAT

 
 
  Sık Kullanılanlara Ekle
site içi özel arama (islam anahtarı )

Üye Girişi


Kullanıcı Adı:

Şifre:

Şifremi unuttum

kayıt ol

 

 
 
 
 

DUYURULAR

 

Duyuru Panosu

Kullanıcılarımız toplam 13224 mesaj gönderdiler
Toplam 473 kayıtlı kullanıcımız var
Son kaydolan kullanıcımız: bekir öztürk
üyemiz olmak için
buraya tıklayın
forumda sınırsız
paylaşıma
katılın

 

 

 
 

mediaplayer

Kur'an-ı Kerim Ziyafetleri
islamanahtarı radıo
radyo ve tv yayınları
ezgiler
şiirler
namaz öğreniyorum
mehter marşları
Belgeseller
filmler
klipler
tiyatrolar
kutsal yolculuk hacc
mealler
tefsir dersleri
kur'an öğreniyorum
İlahiler
ezan-ı muhammedi
nakşibendi cemaati
islami videolar
mübarek geceler
sevgili peygamberim
ilahi ve kasideler
hutbeler
eshab-ı kiram serisi
evliyalar serisi
silsile-i aliyye
cennet ve cehennem

 

 
 

menü




HZ.MUHAMMED (S.A.V)
Sitene Ekle
 
http://www.islamanahtari.com/ Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol