Aslında falı da sihir içerisinde anlatmış sayılırız. Çünkü falın aslı da gaipten haber verme ve gelecege ait olayları bilmeyi iddia etme esasına dayanır. Halbuki, insanların ne olacağını bilemeyecekleri, Kur'ân-ı Kerîm tarafından açıkça haber verilir. (Lokman (31 ) 34. ) Ayrıca Peygamberimiz bunun mümkün olamayacağını, bir çok şeyin kendisine de bildirilmediğini söyleyerek anlatır. Kur'ân-ı Kerîm fal bakma eylemlerinin, şeytanın işlerinden bir "pislik" olduğunu söyler.(Mâide (5) 90.)
Fal bakmanın eskiden beri bilinegelen; yazılı ok çekme, yıldız falı, kahve falı, iskambil kâğıdı ile fal... gibi çeşitli yanında, cinlerden yararlanılarak gelecekten haber verme iddiasında olanı da vardır. Bunların hepsi asılsız, hepsi batıl ve hepsi gerçeklerden uzaklaştırıcı yollardır. Çünkü cinler bile gaybı bilemezler. Kaldı ki, cinlerden birşeyler sorduğunu iddia eden insanların yüzde doksan dokuzu yalancıdır. Birini de cinler yanıltırlar. Kahve ve iskambil kâğıdı falının ise, hiç aslı yoktur... Söyleyip tutturdukları sanılan şeylerin hepsi zaten, hemen her insanda bulunan şeylerdir. Onların becerdiği, bu işin sadece edebiyatıdır. Hele bazı gazetelerde verilen burç falları, aklı başında olanları çok düşündürmelidir. Çünkü bu tür fal içeren gazetelerin tamamı, aslında manevî dünyaya inanmayan ve maneviyatla alây eden gazetelerdir. Öyleyse, maneviyatın makulünü kabul etmeyenler nasıl olur da mantıksız ve asılsızını kabul eder ve yazarlar. Hayır, onlarda aslında bu yazdıklarına inanıyor değillerdir: Buna rağmen bunu yazmalarının bir takım sebepleri olmalıdır. bu sebeplerin önemlilerini söyleyelim. Bir önceki maddede anlattığımız gibi, inançsızlık ve ibadetsizlikten ruhları acıkmış olan biçare cahillerin bu duygularını sömürmüşler ve onlara gazete satmak yoluyla kasalarını şişirmek. Daha önemlisi, gelecek adına Saçma sapan şeyler söyleyerek, söyledikleri çıkmadığında inançları sarsmak ve işte bütün manevî inançlar böyle asılsız ve batıldır, fikrini yerleştirmek. Ondan sonra da inancı sarsılmış bu sürü insanları, yine onların cebinden aldıkları paralarla daha değişik silâhlar üreterek, daha büyük çıkarları doğrultusunda yönlendirmek. Görüldüğü gibi asıl din sömürücüleri bu adamlardır. Ve işin ilginç yani, nazarlıkları kullananlar gibi, bu tür fallara inananların da hemen hepsi, inancı ve ibadeti, ya zayıf, ya da hiç olmayan insanlardır. Demek ki din, insanı Saçma inançlardan da koruyor.
Gelecekte olacak şeyler hakkında bilgi sahibi olmak için başvurulan çeşitli yollar. Baht, uğur ve talihi anlamak için birtakım garip yollara başvurma, atılan boncuk ve baklaya, tesadüfen açılan bir kitabın bir satırına, koyunun kürek kemiğine kahve fincanına vb. şeylere bakıp bunlardan anlam çıkarma işi. Gelecekte olacak şeyleri anlamak maksadıyla yapılan eylemler hakkında kullanılan bir tabir. "Kamûs-u Osmanî'de: "Kısa fikirlilerin ümid ettikleri bir maddeyi çıkarmak maksadiyle; kitap açmak ve kitaba, baklaya bakmak gibi değişik yöntemlerle yapılan teşebbüsü ve bu teşebbüsün gösterdiği netice" olarak tarif edilmiştir.
Kur'an'da, "fal" kelimesi geçmemekle birlikte, Peygamber (s.a.s.)'in bazı hadislerinde, şekil olarak buna benzer fakat mana yönünden bizim anladığımız fal'dan daha değişik bir mana arzeden "fe'l" sözü geçmektedir. Şöyle ki; "adva (hastalığın Allah'ın takdiri olmaksızın bulaşması) yoktur, tıyara (bir şeyi uğursuz sayma) da yoktur. Ben hayırlı "fe'l"i (bir şeyi hayra yorma) severim" (Buhari, Tıb, 43; İbn Mâce, Tıb, 43), hadisinde geçen "fe'l" kelimesinin bildiğimiz falla aynı anlama gelmediği açıktır.
Ebû Hureyre'nin, Peygamberimiz (s.a.s.)'den naklettiği başka bir hadiste; ''Tıyara yoktur, daha hayırlı olan fe'l vardır." buyurdular. Ebu Hüreyre; "Fe'l nedir ey Allah'ın Resulu? diye sorunca 'Sizden birinizin işittiği salih sözdür' dedi" (Buhâri, Tıb, 44).
Hasta olan bir kimsenin; "ya sâlim" ! diye bağıran birinin sesini duyması veya yitiğini arayan birinin; "ya vâcid! " diye seslenen birinin sesini duyunca, "bununla tefe'ül ediyorum" deyip, hastalıktan kurtulmayı umması ve yitiğini bulacağını ümid etmesidir. Yani bu sesleri hayra yorarak, neticenin bu şekilde olmasını beklemesidir
(İbnu'l-Manzûr, "Lisanü'l-Arab " XI V.; İmam Ebi Bekir er-Râzı, "Muhtaru's-Si hah" Fe'l maddesi).
Cahiliye Arapları, bir sefere, bir savaşa, bir ticarete, bir nikâha yahut herhangi bir işe teşebbüs edecekleri zaman üç zar (veya ok) çekerler yahut kuş uçururlardı. Bu zarların (veya okların) birinde, "Rabbim emretti" yahut "yap" diye emir; diğerinde, "Rabbim nehyetti" yahut, "yapma" diye nehy kelimeleri yazılı olurdu, biri de boş bulunurdu. Birisi torbaya elini sokar, zarlardan birini çeker, emir çıkarsa yaparlar, nehy çıkarsa yapmazlar, boş çıkarsa bir daha çekerlerdi. Kur'an bunu şu ayetle yasaklamıştır: ''Ey iman edenler! İçki, kumar, putlar ve fal okları şeytan işi birer pisliktir,. bunlardan kaçının ki, kurtuluşa eresiniz" (el-Mâide, 5/90).
Câhiliyede, bir de kuş uçurma âdeti vardı ki, bir yere gidecekleri zaman bir kuş uçururlar, sağa giderse teyemmüm (uğurlu sayma), sola giderse teşe'üm ederler (uğursuzluk sayarlar)dı. Peygamberimizin, "tıyara yoktur" hadisi ile bunun da yasaklandığını biliyoruz.
Bugün yaygın olan fal çeşitlerinden biri de, modern câhiliyenin itibar ettiği yıldız falıdır. Gökteki burçlardan istidlâl ile yapılan bu falcılığın aslı Sâbiîlere dayanır. Sâbiîler, İdris (a.s)'ın, mucizesi iddiasıyla sema'yı oniki burca taksim etmişler ve eflâktan yalnız tapındıkları ve heykellerini diktikleri "sebaî" gezeğenlerin durumlarına göre, yeryüzünde meydana gelecek of ayları bildireceği iddiasıyla yıldızlarla ilgili birtakım hükümler yazmışlardı. Onların bu inançları günümüze kadar gelmiş bulunmaktadır (Elmalılı M.H.Yazır, "Hak Dini Kur'ân Dili", VII. 5208).
Dinimizin kesinlikle yasakladığı falcılık, bir çeşit gaybdan haber vermedir. Halbuki, Kur'an-ı Kerîm; gaybı, Allah'tan başka hiçbir kimsenin bilemiyeceğini, peygamberlerle melekler dahi, kendilerine vahyedilmedikçe gaybdan haber veremeyeceklerini açıkça bildirmektedir:
"De ki: 'Göklerde ve yerde olan gaybı, Allah'tan başka bilen yoktur" (en-Neml, 27/65) ve "De ki: Size 'Allah'ın hazineleri elimdedir demiyorum, gaybı da bilmiyorum...." (el-En'âm, 6/50), "Eğer gaybı bilseydim, daha fazla hayır yapardım...." (el-A 'râf, 7/188) âyetleri buna yeterli delildir.
Kendilerine "arrâf" yahut "kâhin" denilen falcıları ve bu falcılara gidip fal açtıran, onlara inanan veya destekleyenleri Peygamber (s.a.s.) ağır bir dille kınamış hatta kâfirlikle nitelemiştir. "Her kim bir arrafa gidip de ona bir şey sorarsa, kırk gecelik namazı kabul olmaz" (Müslim, Selâm, 125) buyurmuştur. Ebû Dâvûd'da geçen bir hadis ise şöyledir: "Kim bir kâhine gider, dediklerini doğrularsa; şüphesiz ki Muhammed'e indirilmiş olanı inkâr etmiş olur" (Ebû Dâvûd, Tıb, hadis no: 3904