Genellikle geçimsizliğe sebep olan haller şunlardır:
Huyların uyuşmaması,
Eşlerin birbirini anlamaması,
Eşine ve eşinin yakınlarına saygısızlık,
inatçılık,
İnanç ve görüş ayrılığı,
Sinir ve öfke,
Bencillik,
h) Güvensizlik,
ı) Başkalarının sözüne kakmak,
j) Kaynana baskısı,
k) Eşlerden birinin ikinci plana itilmesi,
1) Kocanın baskısı,
m) Kötü alışkanlıklar,
n) Malî sıkıntı,
o) Haline razı olmamak,
p) Eşlerden birinin başkasını sevmesi,
İşte bunlardan biri veya birkaçı olunca ailenin huzuru bozulur, geçimsizlik başlar.
Şimdi bunları teker teker ele alalım:
a- Huyların uyuşmaması
Farklı aile ve toplumlarda yetişen insanlar, birbirlerinden farklı huy ve alışkanlıklar edinirler. Bunlar evlenip bir araya gelince aralarında bir çelişki ve zıtlaşma olur. Eşlerden her biri alışkanlıklarından fedakârlık yapmaz da olduğu gibi devam ettirmek isterse, uyuşmazlıklar olur. Böylece geçimsizlik başlar. Bunu fırsat bilen şeytan ve şeytan ruhlu arabozucu insanlar, kan kocanın aralarını daha da açmaya çalışırlar.
Eşler buna meydan vermemeliler ve akıllıca aralarında anlaşmalılar. Huyların kötüsünü atarak ve iyisini kabullenerek huylarını birleştirmeye çalışmalılar. Bunun gerçekleşmesi, iki tarafın da fedakârlık göstermesi ile mümkündür. Zaten insan fedakârlık yapmazsa hiç bir yerde kimseyle geçinemez. Ömür boyu bir arada yaşamak zorunda olan eşler güzel geçinerek huzur içinde yaşayabilmeleri için fedakârlık yapmalılar. Bu, kendi menfaatleri gereğidir. Hoşgörülü olmalılar ve huylarını güzelleştirerek kaynaşmalılar. Her şeyi söz konusu yapmamalılar. Eşlerinin hoşa gitmeyen bir davranışı olursa hoş görmeliler. Yahut da güzellikle düzeltmeye çalışmalılar. Birbirlerini hoş görmedikleri davranışlarını görmezlikten gelmeliler. Birbirlerinin kusurlarını affetmeliler, Allah da kendilerinin günahlarını affetsin. Bakınız bu hususta Allah ne buyuruyor: "Siz karşınızdakinin kusurlarına bakmayın, affedin. Allah'ın sizi affetmesini istemez misiniz? Allah af edici ve bağışlayıcıdır" (52) Siz de öyle olun.
b- Eşlerin birbirini anlamaması
Geçimsizliğin sebeplerinden birisi de, eşlerin birbirini anlamamasıdır. İnsanların yüzleri ve sesleri birbirine benzemediği gibi, duygu ve istekleri de başka başkadır. Evlenen kimseler her şeyden önce eşini, eşinin istek ve özlemlerini anlamaya çalışmalıdır. Eşler birbirini tanır, istek ve arzularını yerine getirmeye çalışırsa kolayca anlaşırlar, güzel geçinerek mutlu bir hayat sürdürürler.
c- Eşine ve eşinin yakınlarına saygısızlık
Eşler güzel geçinmek istiyorlarsa birbirlerine ve aile yakınlarına saygı göstermelidirler. Eşini seven onun ana babasını ve yakınlarını da sevmelidir. Bunun gerçekleşmesi için erkeğin ana-baba ve yakınlarının gelinlerini, kadının ana-baba ve yakınlarının da damatlarını sevip yakınlık göstermesi gerekir. Erkek tarafı, el kızı diye gelini küçümser, kadın tarafı da el oğlu diye damadı hor görürse, da-matlarıyla veya gelinleri ile aralarında ne sevgi olur ne de kaynaşma. Bu da karı koca arasında geçimsizliğe sebep olur. Bu hususta büyükler çok dikkatli olmalılar. Damat tarafı gelinlerini, gelin tarafı da damatlarını öz evlâtları gibi benimsemeliler ve sevmeliler. Böyle olunca, karı koca birbirlerine sımsıkı bağlanırlar. Bu konuyu ileride genişçe açıklayacağız.
d- İnatçılık
İnatçılık olan yerde ne geçim olur ne de kaynaşma, înatçı kimse karşısındakine şeytan gibi gözükür. Çünkü inatçılığı ilk başlatan, şeytandır. O, inatçılığı yüzünden lanetlendi, Allah'ın huzurundan ve cennetten kovuldu. İnsanın en büyük düşmanı olan şeytanın insana ilk yapacağı telkin inatçılıktır. İnatçılık çekişmeye, çekişme de geçimsizliğe sebep olur.
Dediğinde direten ve benim istediğim olsun diyen kişi, hiç bir kimse ile geçinemez. Hiç kimse tarafından da sevilmez. Sevgi olmayan yerde geçim olur mu?
İnatçı olan kötü huylarını da düzeltemez. Çünkü böyleleri kendi kötülüklerini göremezler. Bu yüzden de hep kendilerinin haklı olduğunu iddia ederler.
e- İnanç ve görüş ayrılığı
Eşler arasında bazı noktalarda inanç ve görüş ayrılıkları olabilir. Çünkü ayrı çevrelerin etkisi altında kalmış ve farklı kültür almış olabilirler. Eşler önce bunu normal karşılamalılar. Tartışmaya girerek birbirlerine baskı yapmaya kalkarlarsa, geçimsizliğe yol açarlar. Bu gibi hallerde acele etmemeliler. Aralarındaki sevgi ve kaynaşma geliştikçe, doğruya inanan ve haklı olan, tatlı dille ve inandırıcı delillerle eşine doğruyu gösterir. Zaten dinimizce karşı tarafa bir şeyi zorla inandırmaya yeltenmek caiz değildir. Allah:
"Dinde zorlama yoktur"^ buyurmuştur. İnandırıcı delillerle ikna etmek en doğru yoldur.
f- Sinir ve öfke
Bir insanda sinirlilik denilen delilik varsa onunla nasıl geçinilir? Hele bir de ara sıra öfkeleniyorsa... Mesela televizyon seyrederken ağlayan iki yaşındaki çocuğuna sinirlenip, onu anasının gözü önünde tornavida ile delik deşik ederek öldüren, elektrik teknisyeni gibi. Meydanda hiç bir sebep yokken bir şeye öfkelenip karısını boşa-yan ahmağa ne demeli.. Bu gibilerle nasıl geçim olur?..
Öfke ve sinir, deprem gibidir. Üç beş saniye süren bir depremin tahribatının uzun süre onarılamaması gibi, bir anlık öfke sonucu kırılan kalb de, bin sözle yapılamaz. Bazen de bir anlık sinir aileyi temelinden sarsar. Onun için Peygamberimiz (s.a.v) üç kez tekrarlayarak:
"Bana bir öğüt ver Ya Resulullah" diyen birine üç defasında da:
"Öfkelenme" (54) demiştir.
Bu hadis öfkelenmenin çok kötü olduğunu bildirmektedir. Allah da öfkelenmeyenleri, öfkelenince de öfkesini yenenleri övmektedir:
"Sana karşı muhalefet ettikleri ve seni üzücü bir harekette bulundukları zaman Allah'tan gelen bir sezişle onlara kızmadan, yumuşak davrandın. Eğer sert, öfkeli ve katı kalpli olsaydın, çevrende kimse kalmaz, dağılır giderlerdi. Şimdi onları bağışla ve onlar için Allah'tan bağışlanmalarını dile."(55)
"Onlar (Allah'ın kendileri için hazırladığı nimetlere kavuşacak olanlar, Allah'ın sevgili kulları) büyük günahlardan ve taşkınlıklardan uzak dururlar. Öfkelendikleri zamanda öfkelerine uymayarak hasımlarını ve kendilerini üzenleri affederler.'' (56)
Öfke ve sinirin zararları sayılamayacak kadar çoktur. Öfkelenmeyen kimseler herkesle güzel geçinirler. Evde eşleri ve çocuklarıyla kolayca uyum sağlarlar. Onları üzmeden güzelce geçinir, mutlu bir hayat sürdürürler.
g- Bencillik
Bencil olan insanlar kimse ile geçinemezler. Kimse de onları sevmez. Çünkü onlar hep kendilerini ve menfaatlerini düşünürler. Bunlar yararlandıkları kimseye yönelirler, işleri bitince de ona sırt çevirirler. Bencil olan evliler eşlerini de kendi menfaatleri için sever, onlara kendi çıkarları için yaklaşırlar. İstek ve özlemlerini eşinden elde edemeyince gözünün yaşına bakmadan eşine sut çevirir, umduğunu bulacağını sandığı kimselerin peşine takılırlar. Bunu yapmasalar bile, sudan bahaneler bularak eşleri ile aralarında geçimsizlik çıkarırlar. Eşinden istediğini elde etmek için onu canı gibi sever görünür, dediği olmayınca da, birden değişir, canını alacakmış gibi ona Azrail kesilir. Allah temiz kalbli eşleri böylelerinden korusun.
Severek, sevilerek huzur içinde yaşamak isteyenler, kendi çıkarından önce karşısındakinin menfaatini düşünmelidirler. Özellikle eşini ve yakınlarının güzel geçimi için bu şarttır. Onun için Allahu Tealâ erkeklere seslenerek:
".. Hanımlarınızı kendinizden önce düşünün..."^ buyurmuştur.
h- Güvensizlik
Güvensizlik de geçimsizliğe sebep olur. Eşler samimi davranışlarıyla, olumlu tutumlarıyla ve sevgi dolu bakışlarıyla eşine güven vermeli, eşinin güvenini sarsıcı hiç bir harekette bulunmamalıdır. Eşi de ona güvenmeli, sözlerine ve sevgisine inanmalı, ondan kuşkulanmamalıdır. Böyle olursa birbirlerine sımsıkı bağlanırlar, aralarında kolayca uyum sağlar ve güzelce geçinirler.
Kimisi de evhamlı olduğu için eşine güvenemez ve sözlerine inanmaz. Daima eşinin kendisini aldattığını sanır. Bu yüzden de aralarında uyum sağlayamazlar ve geçinemezler.
Bu hal bir tür ruhsal hastalıktır. Bu durumda olanlar Mutluluk Yollan Hayat Kitabımın güzel ahlâk huy değiştirme bölümünde açıklanan huy değiştirme metodunu uygulayarak en kısa zamanda bu hallerden kurtulmalı ve huzura kavuşmalıdırlar. O zaman eşleriyle kolayca anlaşır ve uyuşurlar, güzelce geçinir mutlu olurlar.
ı- Başkalarının sözüne kanmak
İnsan uymaca akıllı olmamalı, her söze kanmamalı ve her yüze güleni dost olur sanmamalıdır. Başkalarının sözüne kanarak eşi hakkında fikir yürütmemeli ve olumsuz kanaate varmamalıdır.
Ahmak dost, akıllı düşmandan daha zararlı olur. Kimi ailelerde karı kocanın arasını yakınları ve dostları bozar. Kadının yakınları kızlarının yanında onu üstün gösterici ve damatlarını küçük düşürücü sözler söyleyerek, kocasını kadının gözünden düşürürler. Damadın akrabası da onun yanında gelinlerinin aleyhinde konuşurlar. Böylece karısını gözünden ve gönlünden düşürürler. Saf olanlar veya karısına bağlılığı gevşek olanlar bu sözlere kanarak eşine karşı tutumunu olumsuz yönde değiştirirler ve kendi elleriyle ağızlarının tadım kaçırırlar. Kimi ailelerde de bu uğursuz davranış yuvanın yıkılmasına bile sebep olur. Allah korusun.
Akıllılar ise bu sözleri duymazlıktan gelirler. Hatta eşlerinin aleyhinde kimseye söz söyletmezler. Bu kişiler ana babaları olsa bile... Çünkü Peygamberimiz: "Allah'a asi olunacak hususlarda hiç kimseye itaat yoktur" demiştir (58) Koğuculuk ve ara bozuculuk çok kötüdür. En kötüsü de kan kocanın arasını bozmaktır. Çünkü bunun ötesinde yuvanın yıkılması ve çocukların anaları babaları olduğu halde öksüz ve yetim kalması bile vardır.
Bunları göz önüne alarak evliler evlerinde güzel güzel geçinmeli ve başkalarının sözüne bakmadan eşlerine sımsıkı sarılmalıdırlar.
i- Kaynana baskısı
Kaynana gelin davası, çoğu ailede geçimsizliğin baş sebebidir. Memleketimizin bir çok yerinde olduğu gibi, kaynana veya kocasının akrabalarının anlamsız müdahaleleri ve baskılan, ailede huzuru bozar, ağızlarının tadını kaçırır ve geçimsizliğe sebep olur.
Kaynana ve kayınbaba kendi geçmişlerini ve gençliklerini unuturlar, gençlerin de kendileri gibi yaşamalarını, kendileri gibi düşünmelerini isterler. Dedikleri olmayınca da, kıyameti koparırlar. Yıkıcı ve anlamsız telkinlerle, kadın tarafı kızlarını kocasına karşı hırçınlaştırmaya, erkek tarafı da oğullarını karısına karşı baskı yapmaya zorlarlar. Bu durum karşısında eşler arabozucu telkinlere kapılmazlar da birbirlerine sahip olur ve sımsıkı bağlanırlarsa, tehlikeli imtihanı atlatmış olur ve güzelce geçinirler. Ahmak dostların telkiniyle birbirlerini üzerler ve incitirlerse, aralarındaki sevgi bağları çözülür, huzurları bozulur. Bu huzursuzluk bazan ayrılığa kadar gider.
Biz öyle zalim kaynana görmüşüz ki, oğlunu gelininden kıskanıyor, yataklarını ayırıyor, kendi yatağını oğlu ile gelinin arasına seriyordu. Nihayet oğluna baskı yaparak karısını boşattı. Sonunda da yalnız kalan oğlu yaptıklarına pişman oldu, anasına da: "Yuvamı yıktın" diye kahrederek evden kovdu. Cehaletin ve saflığın kurbanı olan ana, hem oğlunu perişan etti, hem de kendisi perişan oldu. Karısı da iki çocuğunu alarak bodrum kattan kendilerine bir oda kiraladı, iğnecilik yaparak iki çocuğu ile -melul mahzun- yaşamaya başladı.
Yalnızlığa dayanamayan ve yaptıklarına pişman olan adam, karısı ile tekrar evlenmek için aracılar gönderdi ve onun gönlünü yaptı. Yeni bir nikâhla karısına ve iki çocuğuna kavuştu, kaybettiği huzuru tekrar elde etti. Fakat tekrar yuvamızı yıkar korkusu ile anasını bir daha evine almadı. Böylece hem anasını, hem de Allah'ı gücendirdi. Buna da sebep olan kötü kaynanadır. Allah gelinleri böyle cahil kaynanalardan korusun.
Her kaynana bir zamanlar kendisinin de gelin olduğunu ve o zamanlar kaynanasından neler beklediğini hatırlamalı, gelininden şefkat ve merhametini esirgememelidir. Gelinler de bir zaman gelip kendilerinin de kaynana olacağını düşünmeli ve o zaman gelininden neler bekleyecekse kendisi de kaynanasına öyle davranmalı, büyüklere karşı saygılı ve hürmetkar olmalıdır.
Huzur içinde yaşamak ve yaşatmak isteyen büyükler ve gençler aşağıdaki öğütleri en iyi şekilde uygulamalıdırlar:
Ana, baba ve yakınları oğullarını seviyorlarsa, gelinlerini de kızları gibi sevsinler. Ona çok iyi davransınlar ve hürmette kusur etmesinler. El kızıdır diye gelinlerini üzmesinler ve oğullan ile eşinin arasına girmesinler. Böyle yaparlarsa gelinleri kendilerine karşı saygılı olur ve kocasına sımsıkı bağlanır. Böylece oğullan da rahat eder, kendileri de rahat olur, gelinleri de memnun olur. Hep beraber mutlu yaşarlar.
Şunu da bilmeliler ki, gelinleri kendilerine emanettir. Emanete hıyanet etmemiş olmaları için ona çok iyi davranmalılar. Yoksa Allah katında mesul ve azaba duçar olurlar.
Gelin tarafı da kızlarını seviyorsa damatlarına ve damatlarının yakınlarına çok iyi davranmalılar ve samimi olmalılar. Onu en az oğulları gibi, yakınlarını da kendi yakın akrabaları gibi görüp candan sevmeliler ki, onlar da kendilerine ve kızlarına karşı iyi davransınlar. Her şeyin karşılıklı olduğunu bilsinler.
Zaten nikâh akdi birbirine yabancı iki aileyi birleştirmiş, bir aile yapmıştır. Olumlu ve yapıcı hareketlerle birbirleriyle kaynaşma-lı ve beraberliği gerçekleştirmeliler. Böyle yaparlarsa hem kendileri mutlu olur, hem de gençleri mutlu kılarlar. Başkalarına da güzel örnek olurlar.
Damat, hanımın büyüklerine ve yakınlarına çok iyi davranmalı, onlara karşı cömert olmalı, hizmette ve saygıda kusur kılmamalıdır. O zaman yanlarında değeri artar, sevilir ve sayılır.
Gelin de, kocasının ana-babasına ve yakınlarına kendi ana-baba-sı ve yakınları olarak bakmalıdır. Artık onların kızı olduğunu ve hep onlarla yaşayacağını unutmamalıdır. Mutluluğu bu davranışına bağlıdır.
Her kadın ve erkek şunu bilmelidir ki, evlilik hayatındaki saadeti ve huzuru, eşinin yakınlarına saygısına ve hizmetine, nihayet onlara karşı samimi oluşuna ve olumlu davranışına bağlıdır. Başta kayınbabasına ve kayınvalidesine...
Böyle olursa onlar da kendilerini öz evlatları gibi severek el üstünde tutarlar. Eşinin yanında da değeri kat kat artar.
Şunu da hatırlatalım ki, akraba kaynaşması sadece damat ve gelinle kalmamalı, eşlerin de gayret ve aracılığıyla iki tarafın akrabası birbirleri ile kaynaşmalılar, büyük bir sülale ve aşiret olmalılar. Böyle yaparlarsa hem kendileri güçlenir, hem de ailelerinden kopan eşler hasret ateşine yanmaz, ferahlar huzur bulurlar. Birlikten kuvvet, kuvvetten zafer doğar. Yüce Allah Kur'an-ı Kerim'inde: "Akrabalarının hakkını ver..." (59) buyurur. Bu hak, ziyaretleşme, hediyeleşme, kaynaşma ve yardımlaşma vb.
Akrabaların yeni evlilere karşı bir görevi de, onlara destek ve yardımcı olmaları, hastalanırsa yardımcı olmak ve aralarında anlaşmazlık olursa barıştırmaktır. Bakınız bu hususta Allah iki tarafın akrabasına ne buyuruyor:
"Kan koca arasında anlaşmazlıktan ve geçimsizlikten endişe ederseniz, bu geçimsizliği ortadan kaldırmak için onlara erkeğin ailesinden bir hakem, kadının ailesinden de bir hakem gönderin, aralarını düzeltsin onları barıştırsınlar. Eğer iki taraf da bu anlaşmazlığı kaldırmak isterse, Allah aralarındaki dargınlığı giderir. Hiç şüphe yok ki, Allah her şeyi hakkıyla bilir, her şeyden haberdardır."'(60)
j- Eşlerden birinin ikinci plana itilmesi
Kimi ailelerde geçimsizlik sebeplerinden biri de, kadının veya erkeğin ikinci plana itilmesidir. Mesela ana ve babasına aşın düşkün olan erkek; önce anam babam, sonra sensin, diyerek hanımını ikinci plana bırakır. Bu da haklı olarak kadını üzer ve onu kocasından nefret ettirir. Çünkü hiç kimse ikinci sınıf muamelesi görmek istemez. Özellikle evli eşler...
Bu gibi erkeklerin iradesi ve ev idaresi zayıftır. Büyüklerinin elinde kukla gibidir, onlar ne derse öyle yapar. Onlar da geline el kızı diye eziyet eden veya gençlerin halinden anlamayan kimselerden iseler, evde geçimsizlik ve mutsuzluk hüküm sürer.
Evlenen bir erkek irade sahibi olmalıdır. Evinin idaresini bilmeli ve hanımını başkaları değil, kendisi yönetmelidir. Başkalarının, aralarına girmesine meydan vermeden, eşler birbirlerini kendileri yönetmelidirler. Ne ana babasının hatırı için karısını incitmeli, ne de karısının hatırı için ana-babasını üzmelidir. îki tarafı da ön planda tutmalıdır. Çünkü ana-babanın yeri ayrı, kadının yeri ayrıdır. Her biri kendine özgü hizmet, ayrı ayrı sevgi ve iltifat bekler. İşte asıl erkeklik hiçbirisini üzmeden hepsini güzelce idare etmektir. Bunu yapabilenler iş hayatlarında da başarılı olurlar. Başkalarının yapamadığı büyük işler başarırlar.
Şunu da hatırlatalım ki, kadın hukuken de, dinen de kocasından başkasına hizmet etmekle yükümlü değildir. Çocuğunu emzirmesi ve ona bakması bile hukukî yönden mecbur olduğu için değildir. Ona bunu yaptıran annelik sevgisidir ki, kendisini çocuğunun her türlü zahmetine katlandırmakta ve hizmetine koşturmaktadır. Gerekirse çocukları uğruna canını bile feda eder.
Anne eğer kendi istemiyorsa çocuğunu emzirmeye bile zorlanamaz, mecbur edilemezi61)
Ancak üç halde -çocuğun hayatının kurtarılması için- ananın -hukuken- çocuğunu emzirmesi gerekir:
- Çocuğu emzirecek sütanne bulunmazsa
- Sütanne bulunur fakat çocuk anasından başkasını emmezse.
- Baba, emzikciye ücret veremeyecek kadar fakir durumda ise.
(Bkz Ebussuud Tefsiri, I, 175)
îlk iki madde geçmiş zamanlara göre doğrudur. Fakat günümüzde çocuk anne sütünün yerine geçen "mama" ile besleniyorsa, anne yine emzirmeye zorlanamaz. Gerçi ana sütünün yerini başka besin tutamaz. Zaten hiçbir ana durup dururken çocuğunu emzirmekten çekinmez. Çocuğunun uğrunda, gerekirse canını bile feda etmekten çekinmez.
Kocalar bunu bilmeli, hanımlarının hizmetini takdir etmeli ve karşılıksız bırakmamalıdır.
Kadınlarımız çok fedakâr, hizmet sever ve çilekeştirler. Evine, kocasına, ve kocasının yakınlarına, misafirine ve hizmete muhtaç herkese seve seve hizmet ederler. Bunun için de, hiç bir karşılık beklemezler. Fakat toplumumuz bunu yanlış değerlendirir. Özellikle geri kalmış memleketlerde kadın her işi yapmaya ve kocasının emrettiği herkese hizmet etmeye mecbur sanılır. Bunun için onu zora koşarlar, gücendirir, huzurunu bozarlar. Kimisi de ezici davranışlarıyla kadını evlendiğine, evleneceğine pişman eder.
k- Kocanın baskısı
Kocanın anlamsız baskısı da geçimsizliğe yol açar. Önce şunu bilmeli ki, değil insan, hayvan bile baskıya dayanmaz. Kediyi bile çok sıkıştırırsan yüzüne atlar.
Allah bütün canlıları hür yaratmıştır. İnsan herşeyini vermeye razı olur da üç şeyini vermeye asla razı olmaz. Dinini, namusunu, hürriyetini... (Hür ve bağımsız olma hakkında geniş bilgi için bkz. Mutluluk Yolları Hayat Kitabı s. 261)
Hür olarak doğan insan hür yaşamak ve hür olarak ölmek ister. Gerçi insan suç işlerse cezalanır, huysuzluk yapan terbiye edilir. Kendi kendini koruyamayan koruma altına alınır. Fakat baskı ile cezalandırmayı, terbiye ve koruma altına almayı birbirine karıştırmamak.
Kanunun, örfün ve dinin kısıtladığı şeylerin dışında kadın da hür yaşamalı ve insan haklarından mahrum bırakılmamalıdır.
Şer'i kurallara, millî adetlere, makul ve mantıkî aile örflerine riayet ederek, kocası veya velisi tarafından korunarak kadın da istediği gibi yaşayabilmelidir. Serbest düşünüp fikirlerini söyleyebilmeli, aile işlerini ve memleket meselelerini tartışıp, öğrenme ve öğretme faaliyetinde bulunabilmelidir. Hz. Peygamber:
"Dininizin bir kısmım Aişe'den öğrenin" buyurmuştur.
Bu hadis, kadınların da önemli mevkilere ve büyük işlere aday olabileceklerini gösterir. Toplumlar, kadınların da fikirlerinden ve hizmetlerinden yararlanmalıdırlar.
Kadın da özgürlüğün sınırlarını iyi bilmeli ve yerinde kullanmalıdır. Mesela özgürüm diye yabancı erkeklerin dikkatini çekecek tarzda makyaj yapıp açık saçık sokağa çıkması doğru olmaz. Çünkü kötü ruhlu insanların (en azından gözle) saldırısına uğrar. Hayatı tehlikeye girebilir. Hatta -bütün dünyada yaygın hale geldiği gibi- kaçırılarak, satılıp hayat kadını olmaya zorlanabilir. Böylece erkeklerin, özellikle de gençlerin ahlâkını bozan bir ahlâksız haline düşer. Bütün bunlara meydan vermemek için kadının kendiliğinden giyimine- kuşamına dikkat etmesi gerekir. Zaten Allah, kadına, kadının kendi menfaati için örtünmesini emretmiştir. Allah neyin daha yararlı olduğunu bizden daha iyi bilir. Örtünmeli, ama kadınlığı ile bağdaşmayan yaşına ve sosyal mevkiine yakışmayan hantal kıyafetle saygınlığını yitirmemeli, hem Örtünmeli, hem de giysilerini kendisine yakıştırmalı, başkalarına da güzel örnek olmalı.
Bazan da, bilgisizlik yüzünden kadına baskı yapılır. Kadınlar kendi evlerinde ve kendi aralarında istedikleri gibi giyinebilirler, süslenebilirler. Bunda dinî yönden de hiç bir mahzur yoktur. Fakat müslümanlığı kimseye vermeyen bilgisiz ham sofular kadınlara ömür boyu matem havası yaşatırlar. Kimileri de alabildiğine baskı yaparak, kadını kendi evinde bir mahkum haline düşürürler.
Aşın ve anlamsız kıskançlık da, baskı sebeplerinden bir tanesidir.
l- Kötü alışkanlıklar
Kötü alışkanlıklar eşler arasında sevgiyi azaltır, geçimsizliğe yol açar. Mesela alkollü içkiler, uyuşturucu maddeler, sigara vs.
İçki ve uyuşturucu alınca dinî inanç sarsılır. Peygamberimiz'in:
" -Kişi mü'nün olarak içki içmez.."^ dediği gibi; içki içince akıl azalır, duygular ölür, melek gider, şeytan gelir. Sağlığı bozmaktan başka insanları da birbirine düşürür. Bir çok felaketlere sebep olur. Böylece ailede ne geçim kalır ne de huzur.
Sigara kanser dahil bir çok hastalıklara zemin hazırladıktan başka, kötü kokusu ile de içenin yanına yaklaşılmaz eder. Bu ağız kokusu bir yastığa baş koyan eşini kendisinden nefret ettirir. Aralarında soğukluğa sebep olur. Sigaranın zehirli dumanı ile havayı kirletip yanındakilerin sağlığını bozduğu için günah da işlemiş olur. Günah işlenen yerde huzur ve mutluluk olmaz.
m- Malî sıkıntı
Yeni evlenen her çift hayalinde güzel şeyler yaşatır. Bunlardan biri de eşiyle güzel geçinmektir. Geçimsizliği aklına bile getirmez. Bunda haklıdır da. Çünkü ailede asıl olan, güzel geçinmektir. Allah da:
"Hanımlarınızla güzel geçinin.,." (63) buyurmuştur. Geçimsizlik, istenmediği halde, çeşitli sebeplerden dolayı sonradan gelen bk olaydır. Sebeplerden biri de malî sıkıntıdır.
Malî sıkıntı insanın başına türlü dertler açar. Bu dertlerden biri de, ailede geçimsizliktir.
Her ailenin, kendine göre bir takım zaruri ihtiyaçları vardır. Bunlar yerine getirilmezse, neşenin yerini huzursuzluk alır, geçimsizlik başlar; tartışma, çekişme, kavga, gürültü derken, bazan yuvanın yıkılmasına kadar gider. Atalarımız boşuna söylememişler:
"Var evi kerem evi, yok evi verem evi" diye. Hatta ailesinin ve çocuklarının zarurî ihtiyaçlarını gideremediği için kahrından canına kıyanlar bile oluyor.
İşte ailede geçimsizliğe düşmemek ve huzuru sağlamak için mutlaka malî sıkıntıdan kurtulmak gerekir.
Bunun da iki yolu vardır:
l - Fakirlikten kurtulmak veya kurtarılmak. Bunun yollarını öğrenmek için (Bkz. Mutluluk Yolları Hayat Kitabı, s. 224-253)
2- Aşağıda belirttiğimiz gibi aile bireyleri hallerine razı olmalılar.
n- Haline razı olmamak geçimsizliğe sebep olur
Şu bir gerçektir ki, şu fâni (geçici) dünyada herkes haline razı olsa, kimse kimseyle çekişmez, herkes birbiriyle güzelce geçinir, huzur içinde yaşarlar.
Bu da iki şeyle gerçekleşir:
- Elinde olmadığı ve çıkmaza girdiği hususlarda "kaderim böyle imiş. Allah'ın takdirini kimse bozamaz ki, ben bozayım. Halime razı olmalıyım. Allah beni daha kötüsünden korusun. Beterin beteri var..." gibi inandırıcı ve kalbi yumuşatıcı sözlerle, kişinin kendi kendine telkin yoluyla moralini yükseltmesidir. Zaten kaderine inanıp haline razı olması, Allah'a inanan her insanın dinî görevi değil midir?
- Karşısındakinin halinden anlaması. "Halden anlayana can kurban" derler. Bu güzel iç açıcı atasözü, güzel geçinmenin de iksiridir. Kendi rahatlığı ve mutluluğu için her zaman, her yerde ve herkesin karşısındakinin halinden anlaması gerektiği gibi, özellikle evli eşler birbirlerinin halini anlayıp, hallerinden razı olmalıdırlar.
Hiç kimsenin hali her zaman aynı minval üzere olmaz. Bolluk, varlık var. Sağlık var, hastalık var. Neşeli anlar olur, sıkıntılı anlar var...
Eşler, karşısındakinden beklediği olmayınca, veya istediği yerine gelmeyince: "İlle de olsun" diye diretip onu müşkül durumda bırakmamalı.
Bu gibi hallerde, bir an kendisini eşinin yerine koyup, akıllıca düşünerek eşinin halini anlamaya çalışmalı, durumunu anlayıp: "Böyle olmasında bir hayır vardır" diye, onu teselliye çalışmalı. Evlilikte aranan fedakârlığın bir anlamı da budur. Bunu yapabilirse hem kendi haline razı olur, hem eşine karşı insanlık ve evlilik görevini yapmış olur, hem de kendisini, güzel geçinmenin şartı olan hoşgörülüğe alıştırmış olur.
Allah cümlemizi haline razı olan uyumlu kullarından eylesin.
o- Eşlerden birinin başkasını sevmesi
Geçimsizliğe yol açan kötü olaylardan biri de, eşlerden birinin gönlünü başkasına kaptırmasıdır. Bunun önüne geçilemezse yuvanın yıkılmasına kadar gider.
Evlenen her genç eşinden sevgi ve iltifat bekler. Bu ilginin ömür boyu devamını ister. Eşi kalbini başkasına kaptırınca iltifatını da o yöne çevirir, eşiyle ilişkisini azaltır. Azaltmasa da sevgisi içten değil, yapmacık ve göstermelik olur. Bunun farkında olan eşi en azından kahreder, kendisine yüz vermez. Karşılıklı ilgisizlik zaman zaman sert ve kırıcı tartışmalara, atışmalara sebep olur. Hatta ayrılığa kadar gider.
Bazan da eşinden boş kalan ilgi ihtiyacını doldurmak veya kötü yola giden eşinden intikam almak için kendisi de başkası ile ilişki kurar. Eşinden kopan kalbi, ona bağlanır.
Her sözü mutluluk ve şifa iksiri olan Peygamberimiz (s.a.v) bu kötü duruma düşmemeleri için erkeklere şöyle seslenir:
"Siz tertemiz ve namuslu olun, yabana kadınlara sarkıntılık yapmayın ki, kadınlarınız da namuslu olsunlar, iffetlerini korusunlar ve şereflerini kaybetmesinler." (64)
Bu üzücü sonucu düşünerek, eşler gönüllerini başkasına kaptırmamalıdırlar. Mutlu yaşamak isteyen eşler, "koklamaya bir gül yeter" diyerek birbirlerini sevmeliler, birbirlerini koklamaklar ve ölünceye kadar gönüllerini birbirlerinden ayırmamalılar.
Evli birinin eşini ihmal edip yabancı biriyle gayri meşru ilişki kurması çok kötüdür. İslâm hukukunda olduğu gibi, Doğu Asya Türk devletlerinin törelerinde de zina eden evli ise -Erkek olsun, kadın olsun- cezası ölüm, bekâr ise dayak atmak idi. Ne yazık ki, medeni dünyamızda zinaya göz yumuyorlar. Bazı hallerde zinayı suç bile saymıyorlar. Hayat kadınlarına yardımcı olarak koruma altına alacakları yerde, vesika vererek zinayı resmileştiriyorlar. Zina yoluyla meydana çıkan korkunç hastalık karşısında da çaresiz kalıyor, şaşkına dönüyorlar. Değil AİDS hastalığı, başımıza taş yağsa bile azdır. Allah korusun. Bu suç en ağır cezayı gerektirir ve hiç bir toplumda hoş karşılanmaz. Fakat kişiyi suça iten sebepleri araştırıp önlemeden, suçu ortadan kaldıramayız. Ne var ki, biz sadece suçluyu görür ve suçluya ceza vermekle yetiniriz. Suça iten sebepler üzerinde durmayız. Bu da suçu ortadan kaldırmaz. Bilakis çoğaltır, azaltmaz. Daha doğrusu verilen ceza türü, suçu önleyemez.
Fakat ailelerin mutluluğu için bahis konumuz olan "yasak aşk" olayının mutlaka ortadan kalkması gerekir. Bunun da yolu insanları bu suça iten olayları araştırıp ortadan kaldırmaktır