- Tasavvufun çıkışını Hz. Ali ile Hz. Ebû Bekir (r.a.)'e dayandırıyorlar. Ama biz tasavvufun Hasan Basri zamanında ortaya çıktığını biliyoruz. Bunu ilmî olarak nasıl açıklayabiliriz?
- Tasavvuf ile ilgili bazı soruların cevaplarında da belirttiğimiz gibi tasavvuf muhtevası, telkin ettiği zühd ve takva duygusu, insanları ulaştırmayı hedeflediği ihsan ve rabbanîlik gibi konular itibarıyla Kur'an'da ve asr-ı sadette Allah Rasûlü ve ashabının hayatında vardı. Çünkü tasavvuf Hz. Peygamber'in manevî ve ruhanî otoritesinin müesseseleşerek devam eden şeklidir. O'nun manevi otoritesi kendisinden sonra bu işe ehil sahabîler tarafindan devam ettirilmiştir. Ancak bu otoritenin devamı olan silsilelerden bugün ancak ikisi kalabilmiştir. Bu silsilenin başı Allah Rasûlü'dür. Hasan Basrî değildir.
Tarikat silsilelerine de bakılacak olursa silsilede Hasan Basrî'nin Hz. Ali'den sonra yer aldığı ve ilk halkanın Allah Rasülü olduğu görülmektedir. Hz. Peygamber'in söz, fiil ve takrirleri dışında bir de halleri vardı ki bunlar ancak O'nun yanında bulunmak bahtiyarlığına erenlerin hissedebilecekleri şeylerdir. Sahabîliğin şerefi de oradan geliyor: Cenab-ı Peygamber'in güzel yüzüyle birlikte dışına yansıyan, hissedilen fakat anlatılamayan hallerini idrak etmek. Bu hallere şahid olan sahabîlerden herbiri bunu çevresindeki insanlara yansıtmışlar ve o duygu halesi bir teselsül ile devam etmiştir. Bu konuda en etkili şahsiyetler olarak Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ali'nin silsileleri günümüze kadar devam etmiştir. Nakşbendîlerin hafî zikrinin sahabeden temsilcisi Hz. Ebû Bekir idi. Çünkü o, hicrette Sevr mağarasında Allah Rasûlü'nden: "Mahzun olma Allah bizimle beraberdir (maiyyet)." (et-Tevbe, 9/40) ayetiyle hafî zikri ve Allah ile birliktelik telkinini almıştı. İslam ile müşerref olan Hz. Ömer'e ilk tevhid zikrini telkin eden de Allah Rasûlü'dür. Hz. Ali ve diğer sahabîlerin bile Allah Rasûlü nezdinde toplu zikir telkinine muhatab oldukları bilinmektedir. (bk. İbn Hanbel, Müsned, IV, 124)
- Nakşbendiyye tarikatı, Halid Bağdadî'ye kadar tek silsile geldiği halde ondan sonra bir çok silsilenin ortaya çıkmasının hikmeti nedir?
- Nakşbendiyye silsilesi Mevlana Halid Bağdadî'ye kadar da tek silsile değildir. Gerek Ortaasya ve Hindistan'da, gerekse Anadolu ve Balkanlar'da Ahrariyye, Hacegân ve Müceddidiyye gibi kolları vardır. Tarikatlar şeyh ve pirlerinin ictihadlarıyla bir takım özellikler kazanmış ve yeni isimlerle anılan şubeler olarak faaliyet göstermişlerdir. Aynı durum diğer tarikatlar için de sözkonusudur. Nakşbendiyye'nin Halid Bağdadî hazretlerinden sonra Osmanlı ülkesinin her yöresinde pek çok temsilcilerinin bulunması ve medrese mensuplarınca da tasvip gören bir konumda bulunması, bağlılarının sayısını birdenbire artırmıştır. Halid Bağdadî'nin yüzlerce halîfesini imparatorluğun her bölgesine göndermesi, tasavvuf ve tarikatlarda yeni bir canlanma meydana getirmiştir. Yeniçeri ocağı ile birlikte Bektaşî tekkelerinin kapatılması ve oralara Halidî şeyhler tayin edilmesi, tarikatın etkinliğini artırmış; bu yüzden Halidî şeyhlerinin büyük bir kısımına izafetle tekkeler açılmış ve şubeler kurulmuştur. İstanbul'da bile dört Halidî tekkesi ve dört kol meydana gelmiştir. Bunlardan en eskisi Ahmed Ziyaeddin Gümüşhanevî'nin kurduğu Gümüşhaneli dergahı, ikincisi M.Es'ad Erbilî'nin temsil ettiği Kelamî dergahı, üçüncüsü Eyup'ta Abdülhakim Arvasî'nin yürüttüğü Kaşgarî tekkesi, dördüncüsü ise Fatih-Çarşamba'daki Mustafa İsmet Efendi dergahıdır.
Vefat eden şeyhin yerine geçen halîfeler yeni yeni şubeler oluşturarak silsilede çoğalmalar meydana gelmiştir. İcazet ve ehliyet şartları tamam olduktan sonra bunun mürîdanı kontrol açısından faydası vardır.
- Tasavvufta "seyyidlik" nedir? Seyyidliğin değeri ve şartı nedir?
- Tasavvufta büyük şeyhlere genellikle "Seyyid" adı verilir. Asıl seyyidlik Hz. Hüseyin soyundan gelenlere verilen addır. Hasan soyundan gelenlere "Şerif" denir. İlk tarikat kurucusu sayılan Abdülkadir Geylanî ve Ahmed er-Rifaî'nin "seyyid" olduğu bilinmektedir. İlk pirlerin "seyyid" olması, sonraki pirlerin de "Seyyid" adıyla anılması geleneğini doğurmuştur. Tasavvufta tarikat pirlerinin ekserisinin adlarının başında bulunan "Seyyid" unvanı, maddî ve sulbî olmaktan çok manevîdir. Tarikatlarda şeyh, baba konumunda olduğu için o silsileye dahil olanlar o silsilenin evladları olarak görülür. Zaten Hz. Peygamber'in "Ben size babanız makamındayım." (Ebu Davud, Tahare, 4) hadisi bu manevi ilişkiyi teyid etmektedir. Silsileye dahil olanlar Hz. Peygamber'in evladı konumunda olduğu için onlara seyyid unvanı verilir. Nitekim türk mutasavvıfı Aziz Mahmud Hüdayî:
Ceddim u pîrim sultan sensin yâ Rasûlallah
diyerek seyyidliğini anlatmaktadır. Ancak elinde seyyidlik belgesi olmadığından onun bu siyadeti manevî sayılır.
Seyyidlik kayıtlarını tutan "Nakîbu'l-eşraflık" diye özel bir müessese kurulmuştur. Bu müessesenin görevi, haksız yere seyyidlik nimetlerinden yararlanmak isteyen kimselere engel olmak, seyyidlerin itibarını korumaktı.