Kur'an'ın okunarak anlaşılması gerektiği veya anlaşılır bir kitap olduğu vurgulanırken statik bakış açılarına sahip bazı müslümanlar şöyle bir itirazda bulunabiliyorlar; Kur'an'ı okuyup-anlamak herkesin işi değildir. Onu ancak ' ehli anlayabilir veya herkes Kur'an'ı okuyup anlamaya çalışırsa herkes farklı hüküm çıkarır ve bu sahada anarşi vukubulur,
Bu itirazlara karşılık Kur'anın verdiği cevap yeterli olur herhalde:
«Gerçekten biz bilen bir toplum için ayetleri geniş geniş açıkladık. (6/52)
«Gerçekleri iyice bilmek isteyenlere ayetleri apaçık gösterdik» (2/118)
«Biz öğüt alacak bir kavim İçin ayetleri ayrıntılı bir biçimde açıkladık.» (6/126)
»Sizi karanlıktan aydınlığa çıkarmak için kulu Muhammed'e apaçık ayetler indiren odur.» (57/9).
Yukarıdaki ayetleri dikkatli bir şekilde incelediğimiz takdirde Kur'an'ın yalnızca belli kurum ve şahıslarca değil, bütün insanların anlayacağı şekilde nazil olduğunu görürüz. Bunun yanında önyargılarından vazgeçmeyen, kalbi mühürlü insanların Kur'an'ın apaçık mesajına ulaşabilmesi tabii ki düşünülemez. Onlar fark edemedikleri büyük bir aldanış içindeler (10/11).
Bununla birlikte Kur'an'ın yalnızca âlim sınıfı tarafından anlaşılacağı şeklinde de yaygın bir iddia vardır. Bu iddia şu ayetlere dayanılarak ileri sürülür: “Allah'tan layıkıyla ancak âlim kulları korkarlar.” (35/28) Ve Al-i imran süresinde geçen “ilimde derinleşenler” (3/7) kavramıdır.
Öncelikle şu hususu açıklığa kavuşturmalıyız: Kur'an ilim, âlim terimlerini hangi anlamda kullanmıştır. Zaten bütün kargaşa da ayetlerde geçen terimlere yüklenen anlamların farklılığından kaynaklanmaktadır. Genellikle bu kavramlar tarihi süreç içinde değişime uğrayan Arapça kelimelerin karşılığı olarak kullanılır olmuştur. Yani olması gerektiği gibi (Kurani) değil de istenilen (hevai)) şekilde algılanmıştır. Bu çabanın altında yatan sebebi araştırdığımızda Rasulullahtan sonra oluşmuş değişik akaid-fıkıh mezheplerinin ve anlayışlarının Kur'an'a onaylatılmak istenmesi karşımıza çıkar. Böylece Kur'an'ın bizzat tanımladığı terimler, ilk kullanımdaki anlamlarından sıyrılarak yeni ıstılah anlamlarına kayar.
Üzerinde durduğumuz ilim terimi Kur'an'da Allah'ı, nazil ettiği vahiy'le özdeş olarak kullanılmıştır. Âlim ise Kur'an'ın çizdiği tabloda ilmi (vahyi) bilen ve hayatında pratize eden kişi anlamında kullanılmıştır. Yoksa gizli bir bilgi veya özel bir sınıf kastedilmemektedir.
Kur'an Arapça olarak indirilmiştir. Çünkü Rasulün dili Arapçaydı. Arapça olarak inmişti. Çünkü vahyin ilk anda muhatap olduğu toplum Mekke ahalisi ve çevresiydi. Sayet Kur'an arapça indirilmeseydi Mekke ve çevresinde yaşayan insanlar itiraz edebilir ve şöyle diyebilirlerdi: Bu bizim dilimizle indirilmeli değil miydi? Yine Yusuf Süresi 1. ve 2 ayetlerinde Kur'an'ın Arapça olarak indirilmesinin gerçek illetinin, onun anlaşılması olduğu vurgulanmaktadır. Zaten yukarıda belirttiğimiz Rasul'ün çevresindeki insanların kendi dillerinden olmayan bir vahye itirazları da aynı şekilde onu anlamamaya bir tepki olarak zikredilmiştir. Fakat bugün Kur'an'ın dili hususunda zikrettiğimiz illet çok ters anlaşılmaktadır. Şöyleki; Yusuf Süresi 1. ve 2, ayetlerinde geçen Kur'an’ın arabiyyen tabiri Arapça bir Kur'an manasına gelirken bugün Arapça okunmak üzere şeklinde anlaşılmaktadır. Böylece vurgu Kur'an'a değil de Arapçaya kaydırılmış olmaktadır. Sonuç olarak da anlaşılması illeti ortadan kalkmakta ve maalesef birçok Müslüman tarafından sadece Arapça bir metin olarak okunmakta ve bunun sevap olduğu düşünülmektedir.
Toplumuzda ve İslam coğrafyasının değişik bölgelerinde çok yaygın olan bu anlayış, Müslüman halkımızın onlarca, yüzlerce, binlerce kez, anlamadıkları bir kitabı okumalarına sebep olmaktadır. Rabbimizin birçok ayette Kur'an'ın okunmasını, anlaşılmasını ve insanların bu bağlamda vahye dayalı bir yaşam içinde olmalarını öğütlemesine karşın; beyinlerde yerleşmiş olan biz okuyup-anlayamayız, biz yapamayız psikozu, Müslüman kitlelerin birçok İslam coğrafyasında zillet altında yaşamalarının en büyük sebebidir.
Kur'an okumak bir görevdir.
”Sana vahyedilen Kitab'ı oku ve namazı kıl. Muhakkak ki namaz hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyar. Allah yaptıklarınızı bilir.” (29/45). Ayette Kur'an'ın okunması ile namaz ibadeti aynı yerde kullanılmıştır. Aynı şekilde Kur'an'ı okumak namazın emredilmesiyle beraber emrolunmuştur. «Kur'an okunduğu zaman onu dinleyin ve susunki size merhamet edilsin.» (7/170) ayetinde de Kur'an'ın okunması ve okunduğunda dinlenmesi tavsiye edilmektedir. Çünkü kim Allah'ın kitabına sarılırsa doğru yola iletilir (3/101), ecirleri zayi olmaz (7/170).
Kur'an'ın okunması ve ona sımsıkı sarılması gerekliliği bir yandan emredilip ibadi görevlerin yerine getirilmesini sağlarken; diğer yandan müminlerin huzur, sükûnet ve şifa bulmalarını sağlar. Bu da mümin bir kişinin şahsında ahlâki ve yüce erdemlerin olgunlaşmasına ve imanının artmasına neden olur.
«Müminler ancak Allah anıldığı zaman yürekleri titreyen, kendilerine Allah'ın ayetleri okunduğunda imanları artan ve«Müminler ancak Allah anıldığı zaman yürekleri titreyen, kendilerine Allah'ın ayetleri okunduğunda imanları artan ve yalnız rablerine dayanıp güvenen kimselerdir.» (8/124)
«Herhangi bir sure indirildiği zaman bir kısmı der ki: Bu sizin hanginizin imanını artırdı? İman edenlere gelince, bu onların imanını artırır ve onlar sevinirler.» (9/124)
«Bizim ayetlerimize ancak o kimseler inanırlar ki, bu ayetlerle kendilerine öğüt verildiğinde büyüklük taslamadan secdeye kapanırlar ve rablerini hamd ile teşbih ederler.» (32/15)
«O okununca derhal yüz üstü secdeye kapanırlar. Kur'an okumak onların saygısını artırır.» (17/107-109)
«Onlara, çok merhametli olan Allah'ın ayetleri okunduktan sonra ağlayarak secdeye kapanırlar.» (19/58)
Allah'ın, müminlerden bahsederken, yüzlerinde secde izleri vardır ve onlar rableri için insanlar arasında şahitlik ederler şeklindeki tanımları Kur'an'ın kalplere yerleşmesinin birer nişanesi olarak cereyan eder. Zira rablerinden korkanların, bu kitaptan, derileri ürperir; sonra hem derileri ve hem de kalpleri Allah'ı anmakla ısınıp yumuşar (39/23). Mümin kişilerin bu hallerini Kur'an okuyup onunla hemhal olan kişilerin şahsında müşahede edebiliriz.
Kur'an'ın okunmasında müminlere yardımcı olan en önemli saiklerden biri de hiç şüphesiz akıl yetisinin kullanılmasıdır. Vahiy olmadan doğru yönelişlere götürecek bir akıl olamaz. Aynı şekilde akletme yetisi olmadan da Kur'an'ın insanlara bir faydası dokunmaz. Çünkü akıl ve vahiy olmadan insanın Allah katında sorumluluğu ortadan kalkar. «Kur'an'ı ancak akıl sahipleri düşünüp anlar.» (2/269). «Rabbinden sana indirilenin hak olduğunu bilen kimse kör kimse gibi olur mu? Fakat bunu ancak akıl sahipleri anlar. O akıl sahipleri ki onlar, Allah'ın ahdini yerine getirirler, verdikleri sözü bozmazlar.» (13/19-20) «Doğrusu ancak akıl sahipleri bunları hakkıyla düşünür.» (39/4)
Kur'an akletmenin bu kadar önemli olduğunu vurgularken Kur'an'dan uzaklaşıldıkça, din gelenek ve kültür olarak algılanmaya başlandıkça insanların Kur'an karşısında akletmesinin gereksizliği ve biz kim oluyoruz ki Kur'an'ı anlayacakmışız gibi imkânsızlık psikozları hakim düşünce haline gelmiştir. Bütün temiz akıl sahiplerinin akletmesi gerekliliği yerine birçok kılıflar uydurularak ve belli tekeller oluşturularak Kur'an belli zümrelerin fetva kitabı durumuna gelmiştir. Rasulullah dönemi sonrasında ve günümüzde gerek usul açıdan, gerekse pratik/siyasi açıdan Kur'an'ı merkez alarak gelişen ıslahatçı/devrimci akımlar, gelenekçi kesim tarafından, bid'atçi, modernist, mezhepsiz, sapık gibi nitelemelerle damgalanmışlardır.
Müslümanlar arasındaki ihtilafların kaynağının temelini Kur'an'a yaklaşımdaki usulsüzlük ve ölçüsüzlükler oluşturur. Müslümanların öncelikle ele alması gereken konuların başında Kur'an'a yaklaşım usulünün belirgin bir hale getirilmesi gelir. Bu konuda da iki yaklaşım söz konusudur. Birincisi; ayetleri tek tek ele alıp incelemeye tabi tutan parçacı anlayış, ikincisi; ayetleri Kur'an'ın bütünlüğü çerçevesinde ve konularına göre ele alan bütüncül yaklaşım.
Birinci anlayışın tarih boyunca ve bugün en yaygın olarak kullanılan anlayış olduğunu görmemiz mümkündür. Bunun en somut örnekleri de yazılan tefsir kitaplarıdır. Kur'an'a parçacı yaklaşımın sonucu mezhebî ve kelamî tartışmaların hız kazandığını ve dinin anlaşılması konusunda Kur'an dışı normların oluşturulduğunu görmemiz mümkündür. Bu anlayışın ürünü olarak tefsirlerde takip edilen çeşitli yöntemlerin Dirayet, Rivayet, İş'arî, Tasavvufî tefsirler olarak kısımlara ayrıldığı görülür.
Kur'an'a parçacı yaklaşımın bir sonucu olarak doğan bu olumsuz ayrımlar, Kur'an adına değişik kültür ve dinlere ait anlayışların islam'a giriş kaynağı da olmuşlardır. Tefsirlerde sık sık karşılaşılan israili rivayetler, hurafe ve bid'atler bunun en çarpıcı örneğidir. Ayrıca yine tefsirlerde farklı bakış açılarıyla ele alınan ayetlerden dirayet tefsirleri ile rivayet veya tasavvufi tefsirler arasında taban tabana zıt yorumlar dikkat çekicidir. Bütün bunların sonucu oluşturulan tefsir usulünde, binlerce hadis ezberleme zorunluluğu, müçtehit olma şartları nahiv, Arapça, gramer bilinmesi zorunlulukları vahyi mesajın etrafını dikenli tellerle çevreleyen ulaşılması çok güç hatta imkânsız bir yasak bölge oluşturmuştur.
İkinci olarak zikrettiğimiz Kur'an'ı bütüncül anlama ve mevzularına göre Kur'an çalışmaları bu yüzyılın başında İslam dünyasının geri kalmışlığını içsel sorunlardan kaynaklandığını vurgulayan gerek usul, gerekse siyasi tartışmaların gündeme girmesiyle tekrar ön plana çıkmış
ve yeniden Kur'an'a dönüş hareketinin estirdiği rüzgarların etkisiyle varlık bulmuştur. Bu konudaki çabalar henüz yeni olmakla beraber bu çerçevede Müslüman araştırmacıların, ciddi çalışmalarının olduğunu biliyoruz. Kur'an merkezli sağlıklı oluşumların gelişmesi ve dal budak salmasıyla da bu çabaların her gün biraz daha iyiye gittiği söylenebilir.
Kur'an'ın bütüncül anlaşılması ve konularına göre Kur'an çalışması birinci şıkta bahsettiğimiz parçacı anlayışın taşıdığı olumsuzlukları reddetmektedir. Bu görüşe göre Kur'an'da geçen kavramlar ve konular Kur'an'ın bütün ayetleri göz önünde tutularak değerlendirilmelidir. Mesela; Kur'an'da vahiy, Kur'an'da Rasulullah, Kur'an'da gayb, Kur'an'da şefaat, Kur'an'da kader meselesi, Kur'an'da cihad, Kur'an'da hareket metodu gibi.
Dikkat edilecek olursa akidevi ve ameli tartışmalarda farklı bakış açılarına sahip tarafların kendi tezlerine delil olarak kullandıkları en önemli malzeme Kur'an ayetleridir. Bir mezhep A ayetini kullanırken, diğeri ona tepki olarak B ayetini kullanmıştır. Ve sanki Kur'an üzerinde tepkisel ve keyfi uygulamalar ortaya çıkmıştır. Bütün bu olanların en önemli sebebi ise Kur'an'ın öncellenmesi yerine önceden oluşturulmuş mezhebi anlayışların ve bakış açılarının diğer mezhebi anlayışlara karşı paravan olarak kullanılmasından kaynaklanmaktadır.
Tabii bütün bunların sonucunda Kur'an'ın evrensel mesajı bu tür dar ve sığ tartışmalar tarafından tıkanmıştır. Kur'an'ı bu şekilde algılayıp birbirlerinin boğazına sarılan, birbirlerini tekfirle oyalanan müslümanlar içinde yaşadıkları baskıcı dikta rejimlerinin ekmeğine yağ sürmüşler ve burunlarının ucunu görmekten bile aciz kalmışlardır. Buna bağlı olarak da, kolayca dize getirilebilmiş ve sömürülmüşlerdir
Yukarıda sıralamaya çalıştığımız bütün olumsuz yaklaşımlardan arınmamız konusunda bize; kendisinde en güzel örneklik bulunan Rasulullah'ın ve ashabının Kur'an'ı anlamaya yönelik, gecenin yarısında üçte ikisinde, tertil üzere(sindire sindire)Kur'an'ı okuma çabaları örnek olmalıdır. Müzzemmil Suresi'nde anlatıldığı üzere Rasulullah'ın gecenin yarısında, üçte ikisinde mümin arkadaşlarıyla beraber kalkıp Kur'an'ı ağır ağır okumaları ve böylece şeytan ve Allah düşmanlarının tuzaklarının boşa çıkarılması, Kur'an'ı okumamızı gerekli kılan önemli nedenlerdendir.