Erkek olsun kadın olsun, fakir olsun zengin olsun, genç ihtiyar evlenebilir. Düşkün de olsa, çaresiz de olsa, yabancı da olsa yardımcı bulur, aracı bulur mutlaka evlenir. Yeter ki, evlenmek istesin.
Evlenmesinde engel bulunan pek az insanın dışında herkes evlenmek ister. Çünkü insanın insanca yaşaması için evlenmesi gereklidir. Bu herkes için kaçınılmaz bir ihtiyaçtır.
Kimileri sessizce evlenirken, kimleri de şatafatlı düğünlerle evlenir ve düğünü dillere destan olur.
Fakat bunca evlilerin içinde gerçek anlamda mutlu bir evlilik hayatı sürdürenler pek azdır. Çünkü mutluluk çok kıymetli olduğu için kendiliğinden gelmez ve kolayca elde edilmez. Parayla da alınmaz. Onu bulmak için aramak, yollarını bulmak ve o yollardan gitmek gerekir. O, elle tutulmaz, gözle görülmez. Ancak şartları bulununca yaşanan bir zevk, bir ferahlıktır. O, evlilere hayat veren öyle bir zevktir ki, hiç bir zevke değişilmez.
Evlilik hayatında mutluluğun temel şartları şunlardır:
- Sevgi,
- Saygı, anlayış ve şefkat,
- Hoşgörülü ve iyimser olmak,
- Feragat etmek ve fedakârlık yapmak,
- Tutumlu olmak,
- Birbirinin kıymetini bilmek, birbirini kırmamak ve yıpratmamak,
- Sabırlı olma ve daha üstün bir hayata kavuşmaya gayret ederek bulunduğu haline razı olmak, halinden şikayet etmemek,
Şimdi bunları biraz açıklayalım:
l- Sevgi
Sevgi, insanı diğer canlılardan ayıran ve onu mutlu kılan olayların başında gelir.
Her insan sevilmek ister, özellikle kadınlar. Onlar kendilerini seveni arar, bulunca da sevinir, güler ve mutlu olurlar. Onu bulamayınca da hiç bir şeyle ferah bulamazlar. Çünkü sevginin yerini hiçbir şey dolduramaz. Çünkü kan koca arasına sevgiyi Allah koymuş ve birbirlerini sevmelerini o emretmiştir. Allah'ın koyduğu ve olmasını emrettiği şey kalkınca, onun yerini başka ne doldurabilir?.. Bakınız, bu hususta Allahü Tealâ ne demiştir:
"Allah'ın varlığına, kudret ve kuvvetine delillerden biri de, size kendi nefsinizden, kendi cinsinizden eşler yaratmış olmasıdır. Nefsinizi onlarda dindiresiniz,ferahlayasınız ve onlarla huzur bulaşınız diye aranıza sevgi ve şefkat koydu. (Birbirinizi sevesiniz ve esirgeyesiniz diye) düşünen bir millet için bunda gerçekten nice deliller, yararlar ve birçok hakikatlere işaretler vardır." (72)
Peygamberimiz de eşler arasında sevginin gerektiğini ve kutsiyetini bildirerek:
"Bana dünyanızdan üç şey sevdirildi: Güzel koku, kadın ve gözümün nuru namaz" (73) demiş, kadını koku ile namazın arasında söylemekle de kadının, koklanarak onunla ferahlık duyulacağına ve namaz gibi kutsal olduğuna işaret etmiştir.
Bu yüzden kadın deyince akla ilk gelen, sevgidir. Böyle olmaması anormaldir.
Sevginin en çok arandığı yer aile yuvasıdır. Aile fertlerini birbirine bağlayan şey sevgidir. Sevgiden mahrum olanlar aileden kopar ve aileye ısınamazlar. Çünkü sevginin yerini dolduran başka bir şey bulamazlar. Sevgiden mührüm olan, mutsuz ve umutsuz yaşar. Bunu da hiç kimse gönül rızası ile kabullenmez, razı olmaz.
Ailedeki sevgi vücuttaki kan gibidir. Onu kendi ailesinde bulamayanlar dışarıda ararlar, en azından kalben koparlar. Aileden kopanlar ise kötülerin ağına düşerler. Demek ki sevgisiz aile, mutlu bir aile olamaz.
Bir erkek karısını çok sevmelidir. Zaten bu, onun evlilik görevidir ve evlilik amaçlarından biridir. Eşleri tarafından sevilen kadınlar da, aynı sevgiyi gösterir ve kocalarından hiçbir şeylerini esirgemezler.
Evlenerek baba evinden kopup koca evine gelen bir kız, önce yeni evini yadırgar ama, geldiği yerde kocasının ve yeni akrabalarının sevgisini bulursa, baba evini ve ayrılık acısını unutur. Orası kendisine cennet bahçesi olur ve gönlünü eşine bağlar. Eğer beklediği sevgiyi bulamazsa, koca evi kendisine bir kafes haline gelir. Oradan kurtulmak için çırpımr, yol bulursa kaçar. Bulamazsa kahrından ölür, kedere boğulur. Ne güler ne de yanındakileri güldürür. Böylece zoraki bir evlilik başlar. Böyle sıradan bir evlilik eşleri asla mutlu kılamaz.
Evlenen bir erkeğin de en çok istediği eşini sevmesi ve onun tarafından sevilmesidir. İstediğini bulunca evi mutluluk yuvası olur, eşiyle gönülleri birleşir ve fakir de olsalar samanlıkları seyran olur. Şayet hanımı sevmeyen ve sevilmeyen cinsten ise, erkek eşinden kopar, kimileri de sevecek birini –gayri meşru yollarda- arar. Kötü alışkanlıklara müptela olur. Bu da evlilere keder, mutsuzluk ve felaket getirir.
Hanımlar şunu bilsinler ki, kendilerinin ve ailelerinin ömür boyu mutlulukları, kocaları tarafından sevilmelerine ve onları sevmelerine bağlıdır. Şanslı kadınlar kadınlık sanatını kullanarak, kocaları tarafından sevilmeleri için yeni yeni şeyler ve ilginç davranışlar icad ederler. Zaten Allah kadınları yaratırken sevilmeye elverişli olarak yaratmıştır. Konuştukça kocalarını duygulandırıp onlara hayat vermeleri için seslerini ince ve cazibeli yaratmış, dokundukça haz duyulması için tenlerini duygusal, tüysüz, pürüzsüz, yumuşak ve güzel yaratmış, eşlerine güç ve heyecan verebilmeleri için cinsel duygularını daha güçlü ve daha duyarlı yapmış, kendilerini devamlı genç, daha güzel ve daha ilginç göstermeleri için- erkeklere haram kılınan- ipek kumaş giymeyi, altın ve pırlantalarla süslenmeyi Allah kadınlara helâl kılmıştır. Çeşitli ziynetlerle süslenerek rengarenk giyinip kocalarına daha çok sevilmelerini ibadet yapmışçasına kendilerine ecir ve sevap vesilesi kılmıştır.
Hem de müslümanlığın hatta insanlığın şanından biri de sevmek ve sevilmektir.
Hz. Peygamber bu hususta bizleri uyararak:
"Mü'min sever ve sevilir. Sevmeyen ve sevilmeyen kimselerde hayır yoktur" (74) demiş. Bir hadisde de: "Seven, sevilen ve doğurgan kadınlarla evlenin" (75) buyurmuştur. Kocalarının, kalbini başkalarına kaptırmak istemeyen kadınlar kocalarını çok sevsinler ve onlara kendilerini sevdirecek planlar düşünsünler. Daha açık bir deyimle kadınlık sanatını iyi öğrensinler ve öğrendiklerini uygulasınlar. (76)
Hanımlarının vücutlarına sahip oldukları gibi, kalblerine de sahip olmak isteyen, onları kendilerine ve evlerine bağlamayı arzu eden erkekler de, hanımlarını çok sevsinler ve onlara sevilecek şekilde davransınlar. Yani erkeklik sanatım bilsinler ve uygulasınlar.
Sevgi çok yönlü ve çeşitlidir. Mesela kişi sevgilisini eliyle, diliyle, yüzüyle, gözüyle ve kalbiyle sever. Bunları biraz açıklayalım:
Dil iki yönlüdür. Acı ve kırıcı konuşmakla karşısındakinin kalbinde derin yara açar. Bunun için demişler ki:
"Dil yaresini andıracak yare bulunmaz." Dünyada gönül yaresine çare bulunmaz."
Dil tatlı konuşunca güzel sözlerle kalbi kazanır, gönül alır. Evlileri en çok memnun eden şeylerden biri de eşinin ağzından kendisinin sevildiğini bildiren sözler işitmesidir. Bu gerçeği göz önüne alarak Hz. Peygamber:
"- Sevdiğiniz kimselere; "seni seviyorum" diye onu sevdiğinizi söyleyin" buyurmuştur (77)
Bütün insanlar konuşa konuşa tanışır, kaynaşır, sevilir. Dil, kalb-deki sevginin tercümanıdır. Yeter ki, insan dilini kullanmasını bilsin. Tatlı dille insan hem eşinin kalbini kazanır, hem de onun kalbine girer. Onunla selamlaşır ve selamlaşmak ibadet olduğu için birlikte cennete girmelerini sağlar.
El de dil gibi karşısındakini hem üzer ona acı verir, hem okşar, sıvazlar ona neşe ve ferahlık verir.
Kişi sevdiği eşi ile tokalaşır, yorgunluğunu atar, ferahlar. Bu ayrıca günahlarının affolunması için de bir vesile olur.
Peygamberimiz'in şu hadisinde bildirildiği gibi:
" - Kişi hanımı ile tokalaşınca parmaklarının arasından günahları dökülür.. ."(78)
Aşk oyunlarında en önemli rolü olan uzuvlardan biri de, el değil midir?
Yüz ve göz de kalbdeki sevgiyi yansıtan birer aynadır. Kişinin eşine bir tatlı tebessümü ve sevimli bir bakışı dünyaya bedeldir, ona hayat verir.
Göz kalbe açılan bir penceredir. Sevgililer gözlerinden birbirinin kalblerini seyrederler. Dilleriyle anlatamadıkları aşk hikâyelerini ve sevgi ifadelerini gözleriyle anlatırlar. Erkeklerin kalbine giden yol gözle başlar, mutfakla devam eder ve yatakta mutlu sona erer.
Dil ve el gibi yüz ve göz de iki yönlüdür; hem iyiye hem de kötüye kullanılabilir. Asık surat, korku ve kuşku veren soğuk bakış, karşısındakini korkutur, kendisini ona düşman eder uzaklaştırır. Güleç yüzle ve tatlı bakışla insan eşini kendisine sımsıkı bağlar. Allah'ın da rızasını kazanır. Bu hususta Hz. Peygamber şöyle buyurur:
"Mü'min kardeşini güleç yüzle karşılaman, fakire sadaka vermişçesine sana ecir ve sevap kazandırır." (79)
Başka bir sözünde de:
"Karı koca birbirlerine sevimli gözlerle bakarlarsa Allah da onlara rahmet nazarıyla bakar, el sıkışırlarsa parmaklarının arasından günahları dökülür." (80) demiştir. Fakat bakış bir yabancıya olursa ahirette azap vesilesi olur. Hz. Peygamber'in:
"Kim bir yabancı kadına kem gözle bakarsa ahirette gözlerine eritilmiş kurşun akıtılır"(81)dediği gibi.
Hanımlar evlerinde güzel görünmeleri ve ilgi çekici hareketleriyle kocalarının bakışını ve gülüşünü kendilerine çekmeliler. Bunu yapmazlarsa kocalarını yabancı kadınların sevdalı baygın bakışlarına terk etmiş olurlar.
Şayet sevgi kalbe inmemiş yani gönülden gelmiyorsa gösteriş ve aldatmacadır. Gerçek sevgi kalpten kalbe yol bulur, seven sevilenin kalbleri birbiriyle kaynaşır. Eşler birbirlerini bu sevgi ile sevmeliler. Evlilik hayatının mutluluk anahtarı budur.
Herkes sevdiğini iddia eder ama, içten seven pek azdır. Neden mi? Çünkü bir çoklarında sevginin belirtileri yoktur. Sadece dillerde yaldızlı sözler ve yapmacık hareketler vardır. Bu da sevildiğini sananları aldatmaktan ileri geçmez. Bu tür sevgi, ne sevene mutluluk getirir, ne de sevilene.
Gerçek sevginin belirtileri şunlardır:
a - Kişi sevdiğini incitmez. Evli bir kimse eşini üzücü hareketlerde bulunuyorsa ve onu sebepsiz yere incitiyorsa, sevmiyor demektir. Çünkü sevgili sevenin canıdır. İnsan canını nasıl incitir? Ona nasıl kıyar?
b - Kişi sevdiği ile güzel geçinir ve geçimsizliğe meydan vermez. Zaten erkeklerin hanımları ile güzel geçinmeleri onlara Allah'ın kesin eniridir. Şu ayette bildirildiği gibi:
"Ey iman edenler! Hanımlarınız ile iyi geçinin. Sizin hoşlanmadığınız taraf olursa, Allah'ın sizin için bir hayır takdir etmiş olacağını düşünün."(82)
Hz. Peygamber de:
"Kadınlara iyiyi ve doğruyu tavsiye edin, anlatın. Onlarla hoş geçinin" buyurmuştur.(83)
Her şey karşılıklıdır. Genellikle beyi hanımıyla iyi geçinirse hanımı da onunla iyi geçinir. Bu kurala uymayan kadınlar istisna kabilindendir. İstisnalar kuralları bozmaz.
Sevmek önce büyükten başlar. Ailede büyük evin erkeği olduğuna göre, daima iyilik, sevgi ve iltifat önce erkekten başlamalıdır. Kadın da sevilmesini bilmeli, kocasının dikkat ve iltifatını çekecek güzel davranışlarda bulunmalıdır. Sevenler sevdiklerinin her kusurunu ve olur olmaz kusurlarını yüzüne vurmamalılar, daha çok af edici olmalıdırlar.
Sevgi iyi geçinmeyi gerektirir. Geçinemiyorlarsa, birbirlerini sevmiyorlar demektir. Zaten eşler menfaatleri ve güzel yaşamaları için mutlaka iyi geçinmek zorundadırlar. Bunun da kolayı anlaşmazlık yollarını tıkamaktır. (84)
c - Seven sevdiğine itaat eder, onun istek ve arzularına saygılı olur. Ailede erkek hanımının ihtiyaçlarım bilmeli, arzu ve isteklerini onlar istemeden yerine getirmeye çalışmalıdır. Kadın da kocasına itaat etmeli, meşru ve makul isteklerini itiraz etmeden yerine getirmelidir.
Allah iyi kadınları şöyle tanımlar:
".. İyi kadınlar, itaatkâr olanlar, kocalarına ait nesneleri ve Allah'ın korumasını emrettiği şeyleri kocalarının bulunmadığı zamanlarda da koruyanlardır." (85)
Erkek hanımının isteklerini önemsemiyor, kadın da kocasına itaat etmiyorsa, birbirlerini sevmiyorlar demektir. Böyle bir ailede ne huzur olur ne de mutluluk.
d - Gerçek sevginin belirtilerinden biri de, ayrı kaldıklarında eşlerin birbirlerini unutmamalarıdır. Bu gibi hallerde eşler birbirlerini unutmuyor ve sevgileri de azalmıyorsa, gerçekten seviştikleri ortaya çıkar. Ayrı kaldıklarında birbirlerini unutuyorlarsa sevgiler yok demektir. Eğer birbirlerini unutmadıktan başka sevgileri ayrılık halinde daha da artıyorsa bu gerçekten takdir edilecek bir durumdur.
"Nar-ı hicran ateş-i suzandır."
Yani kişinin sevgilisinden uzak kalması ateşten daha yakıcıdır.
e - Sevginin bir belirtisi de sevdiği eşine yardımcı olmasıdır. Erkek daha güçlü, daha dayanıklı ve eşini daha çok sevmesi gerektiği için, hanımının işlerinde ona yardımcı olmalıdır. Hz. Peygamber de böyle yapıyordu. Resûlullah'ın hanımlarına:
" - Resûlullah evde ne yapardı?" diye sorulduğunda:
" - Resûlulah (s.a.v) evde ibadet etmediği zamanlarda bize yardım ederdi. Bazan evi süpürür, elbiselerinin yırtılan yerlerini yamar, ayakkabısında sökük varsa dikerdi" (86) diye cevap vermişlerdi.
O zamanlarda hanımların yapması gereken ev işleri günümü de göre çok daha azdı. Çünkü o devrin yemekleri sade, giyimleri sade, hayat tarzları sade idi. Günde iki öğün yemek yenir, bu da tek çeşit yemek olup bir kaptan yenirdi. Bazan günler geçer de bir kere ocak yakmazlardı. Çamaşır işi günümüzde olduğu gibi çok ve yorucu değildi. Çünkü tek bir entari giyiyorlardı, o da çabuk kirlenmezdi. Zira hava çok temizdi. Üstelik bugünkü gibi ütü de yoktu. O devirde evlerde birden fazla kadın olduğu gibi ayrıca hizmetçi ve cariyeler de bulunuyordu.
Hz. Peygamber ev işlerini hanımları ile paylaşınca onların işleri daha da azalıyordu. Halbuki Peygamberimiz'in işleri o kadar çoktu ki... Koca bir dinin Peygamberi, İslâm Devletinin kurucusu ve başkanı olduğu için bütün bunların yükü O'nun omuzlarında idi.
Her an Kur'an'dan âyet getirmesi muhtemel olan Cebrail'i beklemek, gelen âyetleri zihinde tutmak ve onları yazdırmak, ashabına öğretmek birbiri ardına devam eden savaşları başkomutan olarak idare etmek, müslüman olmak için gelen Araplarla ve yabancı elçilerle ilgilenmek., bütün bunlardan sonra en fazla ibadet yapanın da Resûlullah olduğunu unutmamalıyız. Bu kadar işlerin arasında bir de hanımlarına yardım etmesi Resûlullah'ın onları ne kadar sevdiğini göstermekte ve bu hususta da bizlere örnek olmaktadır. Peygamberimizi seviyor ve ona inanıyorsak, mutlaka O'nun yolundan yürümeliyiz.
Düşünmeli ki, o zamanlar erkeklerin çoğunun -çeşitli nedenlerle birden fazla- hanımı oluyordu. Bunlar aralarında ev işlerini paylaşıyorlardı. Günümüzde ise bütün ağırlık tek bir kadının üzerindedir. Ev işleri de alabildiğine çoktur. Böylece kadının, kocasının yardımına daha çok ihtiyacı vardır. Hele kadın bir de çalışmak zorunda ise... Hele çocukların bakımı?
Allah'û Tealâ bütün davranışlarımızda Resûlullah'ı örnek almamızı emretmiyor mu?
"Andolsun ki Allah'ın rızasını, ahiret gününde mağfiretini isteyenler ve Allah'ı çok çok zikredip hatırlayanlar için, Allah'in peygamberinin tutum ve davranışlarında güzel bir örnek vardır. (Ona uymanız gerekir)” (87)
İşte ev işlerinde hanımlara yardım etmek hususunda müslümanlara en güzel örnek Hz. Peygamberdir. O'na inanıyor ve O'nu seviyorsak mutlaka O'na uymamız gerekmez mi?
f - Kişinin eşini sevdiğinin bir alameti de onun üzüntüsüyle tasalanıp, neşesiyle sevinmesidir. Eğer eşinin kederiyle üzülüyor, sevinciyle gülüyorsa, sonra da derdine derman olarak kederini dağıtıyorsa, onu gerçekten seviyor demektir.
2- Saygı, anlayış ve şefkat
Aileye mutluluk getiren şartlardan biri de karşılıklı saygı, anlayış ve şefkattir.
Karı koca ve diğer aile fertleri birbirine ne denli saygılı olurlarsa, ne kadar anlayış gösterirlerse ve ne derece şefkatli olurlarsa o denli birbirleriyle kaynaşır huzurlu olurlar ve mutlu günler yaşarlar.
Genellikle büyüklerden küçüklere sevgi, küçüklerden de büyüklere saygı beklenir. Herkes kendisinden beklenileni yaparsa görevini yapmış olur. Görevini yapan ailede huzursuzluk olmaz. Birbirlerini incitmeden şen ve esen yaşarlar.
3- Hoşgörülü ve iyimser olmak
Hoşgörülü ve iyimser olanlar, hem kendilerini hem de çevresindekilerini mutlu ederler. Her şeyin kötü yanını görenler ve karamsar olanlar sıkıntıdan kurtulamazlar ve yanlarındakileri de sıkarlar. Böyle oldukları sürece mutsuzdurlar.
Karı koca birbirlerinin eksik yanını aramamalıdır. Kırıcı bir davranış olsa bile hoş görmeliler. Her şeyi iyiye yorumlar ve birbirlerinin iyi yönlerini görür, davranışlarını hoş karşılarlarsa hoş geçinirler, evlilikleri sıkıcı olmaz. Kendileri de ferahlar, etrafındakileri de ferahlatırlar.
4- Feragat etmek ve fedakârlık yapmak
Bir arada yaşamak zorunda olan insanların güzel geçinebilmeleri ve mutlu olmaları için mutlaka karşılıklı fedakârlık yapmaları lazımdır. Eğer söz konusu olan kişiler kan koca iseler bu fedakârlığın daha da fazla olması icab eder. Eşler gerektiği zaman hakkından bile feragat etmesini bilmelidirler. O zaman geçim kolaylaşır ve yaşamak tatlı olur. Peygamberimiz:
"Hediyeleşin ki sevişesiniz" (88) buyuruyor.
Hediyeleşmek, birbirine bir şeyler vermekle olduğu gibi, zaman zaman bazı haklarından vazgeçmekle de olabilir. Feragatin anlamı da budur.
Eşler birbirlerinden beklediklerini bulamayınca hemen kızma-malıdır. "Bunda bir hayır vardır" diye karşısındakinin gönlünü hoş tutmalıdır ki, fedakârlığın mânâsı yerine gelsin.
Hanımının doğumu, hastalığı ve herhangi bir sıkıntılı zamanında kocasının ona gerektiği gibi yardımcı olması, onunla ilgilenmesi, yardımcısı yoksa ev işlerini severek üstlenmesi fedakârlıktır.
Kocasının sıkıntılı, darlık, hastalık ve felaket zamanlarında şikayet etmeden bütün sıkıntılarına katlanması ve ona yardımcı olmaya çalışması da, kadının kocasına karşı fedakâr ve vefalı olduğunu gösterir. Ailede mutluluk, ancak karşılıklı fedakârlıkla olur.
5- Tutumlu olmak
Tüketimde tutumluluk ve kanaat, geçimin yarısıdır. Erkeğin işinde başarılı olması aileye mutluluk getirir. Bunun da gerçekleşmesi, hanımının uyumlu oluşuna ve tutumluluğuna bağlıdır. Hz. Peygamber:
"Kanaat (yani savurgan olmamak) bitmeyen bir hazinedir" buyurmuştur. ( 89)
Gerektiği yerlere yeterince harcamak kanaat, her şeyi yerinde ve zamanında kullanmak tutumluluktur. Lüzumundan fazla ve anlamsız yerlere harcamak israftır. İsrafı (savurganlığı) ise Allah yasaklamıştır. Aşağıdaki âyette bildirildiği gibi:
"Her namazda ziynetinizi takının (yani tertemiz güzel elbiselerinizi giyinin) yiyin, için fakat israf etmeyin. Allah israf edenleri asla sevmez" (91)
"Ayağını yorganına göre uzat" derler. Aile bireyleri de -özellikle kadınlar- sıkıntıya düşmemeleri için, giderlerini gelirlerine göre ayarlamalıdırlar. Yersiz ve zamansız harcamalardan kaçınmalılar, her zaman ve her şeyde dikkatli ve tutumlu olmalılar. Zira aile mutluluğunun bir yolu da tutumlu olmaktır. Evin erkeği de gelirini giderine göre ayarlamalı, kazanç yollarını ona göre planlamalıdır. Şayet fakirse en kısa zamanda fakirlikten kurtulmalı, kendi çabasıyla kurtulamıyorsa, hali vakti iyi olanlar tarafından kurtarılmalıdır. (Bkz.Mutluluk Yolları Hayat Kitabı, s. 210) Bu, dinimizin emri, insanlığın icabıdır.
Hanımına, olanla idare et! diye onu darlıkta yaşamaya zorlamamalı, eve gerekli olanları almalı veya alma yolunu bulmalıdır. Yoksa erkekliğin anlamı kalmaz.
6- Birbirinin kıymetini bilmek, birbirini kırmamak ve yıpratmamak
Evli çiftlerin ömür boyu mutlu olmaları için gerekli şartlardan biri de, birbirlerini yıpratmamalarıdır. Çünkü ömürlerinin sonuna kadar bir arada yaşamak zorundadırlar. Birinin yıpranmasıyla ailenin bütün yükü diğerinin üzerine kalır.
Önce şunu hatırlayalım ki, insanın ömrünün sonuna kadar arkadaşı, en yakını, yardımına en çok muhtaç olduğu ve her zaman yardımına koşanı, en çok yaşamasını isteyeni ve karşılıklı olarak ihtiyaç duyacağı kimse eşidir. Eşinin yıpranması ve hastalanması bütün ailenin huzurunu bozar. En çok da kendisi tedirgin olur. Yıpranan eşin huzursuzluğu daha çok diğerini huzursuz ve tedirgin eder. İnsanların çoğu kendilerine ait olan her şeyi çok dikkatli kullanır ve korur. Eskiyip yıpranmamasına özen gösterirler. Fakat ne gariptir ki, bir yastığa baş koyduğu hayat arkadaşına daha çok özen göstermesi gerektiği halde, onu hiç önemsemez, üzer ve gereksiz yere yorar, hasta eder. Bundan sonra da bir çok masraflar yaparak ve zahmetlere katlanarak onun tedavisine koşar, bu uğurda nice zahmetlere katlanırlar. Halbuki eşler daha önceden dikkatli olsalar, hayatlarını ve aile düzenlerini iyi ayarlasalar, bu zahmetleri çekmeden ömürlerinin sonuna kadar huzur içinde mutlu yaşarlar.
7 - Sabırlı olmak
Yüce Allah'ın, Kur'an-ı Kerim'in 102. âyetinde sabırdan söz etmesi, bunların 23. âyetinde sabretmeyi emretmesi sabrın önemini gösterir.
Sabır nedir?
Sabır acılara, üzücü hallere ve olaylara şikayetlenmeden katlanma, sıkıntılara göğüs germek, zorluklara ve yükümlülüklere seve seve katlanmaktır. Hz. Muhammed (s.a.v) de:
Aynı zamanda sabır, başarının, hedefe ulaşmanın ve arzulara kavuşmanın da anahtarıdır.
"Sabreden derviş muradına ermiş"
"Sabırla koruk helva, dut yaprağı atlas olur"
Sabırsızlar, üzücü olaylar karşısında kedere boğulurken, iş hayatında engellere takılınca, çaresiz kalırken, sabredenler; "başımıza, gelenlerde Allah'ın bir hikmeti var" diye üzüntülerini dağıtır, huzura kavuşurlar. Zorluklara dayanır, engelleri aşar, başarıya ulaşırlar.
Özellikle evlilik hayatında sabır daha önemlidir. Çünkü sabır eşleri cefaya alıştırır, safaya kavuşturur. Hoş görülü olmalarını sağlar. Birbirlerinin kusurlarına bakmazlar. Baksalar da kusur göremezler. Çünkü sabır onları gördükleri ve karşılaştıkları her şeyin güzel yanını görmeye alıştırır. Başkalarını üzen, hatta bunalıma girdiren olayları, sabır sayesinde kendilerini ferahlatır, azimlerini artırır, iradelerini kuvvetlendirir. Dimdik ayakta durur, hadiselerin silindiri altında ezilmezler. Çünkü inandıkları ve onlar gibi sevdikleri Allah onlara: "Sabret, Allah'a dayan. Çünkü sabır, ancak Allah'ın yardımıyla mümkün olur. İnsanlardan gördüğü eza cefalara, üzücü olaylara üzülme. Endişeye ve paniğe kapılma. (Onlara uyup da Allah'ı gücendir id bir şey yapma. Kötülüklerine (iyilik yap). Çünkü Allah kötülüklerden korunanlarla ve iyilik yapanlarla beraberdir" (92) buyurur. Allah'ın seninle beraber olması, değmez mi- Sabretmeye ve sıkıntılara katlanmaya!...
İşte evlilik hayatında eşler ve aile bireyleri mutluluğu yakalayıp huzur içinde yaşamaları için sabırlı olmalılar. Birbirlerini üzmemeliler. Olur olmaz üzücü olaylar karşısında da paniğe kapılarak, huzursuzluğa meydan vermemeliler. Olayları normal karşılayarak hoşgörülü olmalılar. Birbirlerinin kusurlarını affetmeliler ki, Allah da kendilerinin kusurunu affetsin