Hayat, huzur içinde geçerse güzeldir. Huzur olmayınca yaşamanın ne tadı kalır, ne de anlamı. Bu gerçeği hepimiz bilir ve huzurlu bir hayat sürdürmek isteriz. Ama çoğu zaman değil huzura kavuşmak, huzur nerede, nasıl olur ve yollan nedir? Düşünmeyiz bile. Halbuki hiç birşey sadece istek ve özlemle ele geçmez. Mutlaka istenilen şeyin yollarını arayıp bulmak, o yollardan yürümek, didinmek ve çalışmak gerekir. Her şeyden önce kişi insanca yaşama yollarını ve kurallarını bilmelidir ki, huzura kavuşabilsin.
Bir makinenin en iyi çalışma yöntemini, o makineyi yapan mühendisin bildiği gibi, insanca yaşama yollarını da en iyi bilen ve bu hususta en doğru yollan gösteren, insanı yaratan Allah'tır.
Bize düşen, bu gerçeklere inanmak, Allah'ın varlığına, kuvvet ve kudretine imân etmek, Allah'ın kitabı olan Kur'an-ı Kerim'den doğru yazılmış kitaplardan ve bilginlerden öğrenmek ve öğrendiklerimizi uygulamaktır. Başka bir deyimle insanca ve müslümanca yaşamaktır. O zaman gerçek anlamda huzura kavuşur, mutlu bir hayat sürdürürüz. Zaten biz iyi niyetle doğru yola yönelir, Allah'tan yardım dilersek, Allah mutlaka bize yardım eder, her şeyden doğru olanı kalbimize doğdurur ve hakkımızda hayırlı olanı bize ilham eder. Çünkü, Cenabı Allah:
"Kim bildiğiyle amel ederse, Allah ona bilmediklerini öğretir" demiştir (134)
Şayet Allah istediklerimizi vermiyorsa, ya istemesini bilmiyoruz, yahut da bizi ve bize gerekenleri bizden daha iyi bilen Allah, hakkımızda hayırlı olanı vermek istiyor. Bu gibi hallerde, Allah'tan hayırlısını istemeliyiz.
İnsanlar çalışır çabalar para kazanır, ilim öğrenir, birçok şeylere sahip olur. Ama -nedense- huzur ve mutluluğunu sağlayıcı şeyler hakkında pek az bilgi sahibi olur. Ya da bu hususta hiç bilgisi olmaz. Çoğu zaman da bildiğini yapmaz. Bu yüzden de bildiklerinden yararlanamaz. Böylece huzur görmeden yaşar ve mutsuz olarak ölür.
Bilgi, yemek ve su gibidir. Bunlar olmadan insan yaşayamaz. Fakat yiyip içmedikçe doymadığı ve suya kanmadığı gibi, pratikte uygulanmayan bilginin de kişiye yaran olmaz.
Şunu da bilelim ki, insan sadece aklına dayanarak ve sırf maddî ihtiyacını elde etmekle huzura kavuşamaz. Aklını da kullanarak kendini ve aklını yaratan Allah'tan güç ve ilham almalı bedeninin fiziksel ihtiyacını karşıladığı gibi, ruhunun da gıdasını vermeli, çeşitli ibadetlerle manevî yönden yükselerek ruhunu şad etmelidir. Ancak o zaman gerçek anlamda huzura kavuşur. Çünkü huzur bulan veya huzursuz olan beden değil, ruhtur. İnsanı Allah'a bağlayan ve Allah'tan feyz alan yine ruhtur. Hem de biz bedenimizle değil, ruhumuzla insanız. Ruh bedenden ayrılınca artık ona insan denmez, "ceset" denir. (Bu hususta geniş bilgi almak için, Bkz. Ruh Sağlığı s. 118-191)
İnancı ve manevî dayanağı olmayan, her şeyi maddede gören nice akıllı ve süper zeki kimseler -zengin dahi olsalar- mutlu bir hayat sürdüremiyorlar. Kimilerini huzursuzluk, intihara kadar sürüklüyor. Halbuki inancı ve maneviyâtı kuvvetli olan dindar kimseler, üzücü haller ve öldürücü felaketler karşısında veya bir çıkmaza girdiklerinde: "Kaderim böyle imiş, bunda da bir hikmet vardır" der, kendilerini üzüntüye kaptırmazlar. Kadere inanır, kederin kahrına uğramazlar. Etraflarına da neşe saçar, huzur içinde yaşarlar. Neden biz de öyle olmayalım?
Diş ağrısı ve baş ağrısı gibi fiziksel hastalıklar huzuru bozduğu gibi, inançsızlık, korku, heyecan, kuşku, üzüntü, sıkıntı ve ümitsizlik gibi ruhsal hastalıklar da huzuru bozar, insanı mutsuz kılar.
Bunlardan kurtulmanın yolu, ihlâs ile yüce Allah'a bağlanmak, ibadet ve zikirle ruhu terbiye edip maneviyâtını güçlendirmektir. Allah'ı andıkça gönül şad olur, ruh huzura kavuşur. Bakınız bu hususta Allah ne buyurur:
"... (Ya Muhammed)) De ki: Allah kendisinden yön çevirenleri şaşırtır, kendisine yönelenlere hidayet eder. Mutluluk yollarım kalblerine doldurur."
"Onlar, imân edenler ve Allah'ı zikrederek kalbleri güven ve huzura kavuşan kimselerdir. Şu bir gerçektir ki, ancak Allah'ı zikretmekle gönüller rahatlar, ruhlar güven ve huzura kavuşur."
"O inanıp da iyi işler tutanlara ne mutlu! Onların en sonunda dönüp varacakları yer ne güzeldir. Onları mutlu sonuçlar bekliyor” (135)
Şunu da bilelim ki, çevremizdekileri unutur da huzuru sırf kendimiz için istersek, gerçek anlamda huzura kavuşamayız. Ağaç dallan ve yapraklarıyla meyve verdiği gibi, insan da çevresindekilerle birlikte mutlu olursa huzur bulur, sırf kendi huzurunu düşünürse, hem sevilmez, hem de etrafındakileri kendisine karşı tahrik eder. Düşmanı çoğalır, dostu azalır.
Onun için, aile reisi aile bireylerini işveren işçilerini, hoca öğrencilerinin, imam cemaatinin, âmir memurlarının, hükümet vatandaşlarının huzurunu düşünmezse, hiç biri huzur bulamaz, toplumda sevgi bağları çözülür, itaatsizlik ve anarşik hareketler başlar, düzen bozulur. Bütün toplumda mutsuzluk hüküm sürer. Resûlullah'ın şu sözü bütün bu üzücü halleri önlemektedir:
"Kendiniz için sevdiğiniz şeyi mü'min kardeşiniz için de sevmedikçe ve kendiniz için zararlı gördüğünüz şeyi mü'min kardeşiniz için de zararlı görmedikçe mü'min olamazsınız” (136)
Kitabımı sevgili Peygamberimiz 'in şu güzel sözü ile noktalıyorum:
"Ne mutlu o kimseye ki, ömrü uzun, ameli güzel olur." (137)