SÜTANNE
CANIM KURBAN OLSUN SENİN YOLUNA
ADI GÜZEL, KENDİ GÜZEL MUHAMMED
(Yunus Emre)
Beni Sa'd aşireti,arablar arasında şeref ve cömertliği ile nam yapmış bir
kabile; arapçayı çok mükemmel bir şekilde konuşmaları ise diğer meziyetleri.
Peygamber efendimizin doğduğu tarihlerde görülmemiş bir kuraklık ve bu
kuraklıkla gelen kıtlık,Beni Sa'd yurdu Badiye taraflarında ne varsa silip
süpürmüş. Midelere günlerce bir şey girmediği vaki. Anneler, çocuklarını
doyuramıyor. Ağaçlar dahi kupkuru.
Açlık, böyle herkesi dize getirmişken bu kabilemin Züveyb oğullarından Halime
ismindeki hanım, bir çocuk doğurdu. Ama kadıncaız bitkin. Doğum rahatsızlığı ve
açlık, kolunu kanadını kırmış... beden ve şuur uyuşmuş gibi. Günlerdir aç.
Yerle-gök, gece ile gündüzü ayıramaz halde. Böyle iken yine de sızlanmıyor.
Allah'tan gelene razı. Tevekkül ve teslimiyet içinde.
Halime, bir gece sahrada bitkinlikten uyuya kaldı. Gökyüzünde ışıl-ışıl
yıldızlar kaynarşırken O, başını koyduğu kumlarda bir rüya görüyor:
"Bir adam, önce kendisine buz gibi bir su veriyor ve sonra soruyor:
-Beni tanıdın mı?
-Hayır!
-Ben, senin sıkıntılı zamanlarda ettiğin hamd ve şükürüm. Ey Halime; Mekke'ye
git! Oraya gidersen kazancın çok yüksek olacak; bir nuru evlad edineceksin,
dedikten sonra rızkının bolluğu, sütünün çokluğu için dua etti."
Uyandığında karnında bir tokluk ve halinde bir dinçlik hissetti. Ancak; kabile
mensublarının, açlıktan çıkardığı iniltiler insanı, perişan ediyordu.
Halimelerin çelimsiz bir merkeb, sütü çekilmiş bir deve ile bir miktar koyun ve
keçileri bütün servetlerini meydana getiriyor.
Halime'nin sütü, yeni doğmuş olan Damra'ya yetmediğinden bebek aç kalıyor ve
ağlaması ile anneyi geceler boyu uyutmuyor.
..................
Beni Sa'd aşiretinin çocuk emziren hanımları, ilkbaha ve sonbaharda Mekke'ye
iner; her kadın bir bebek alır, ona sütannelik eder, terbiye ve yetişmeleri ile
meşgul olur; Badiyenin güzel suları ve kekik kokan yayla havasında serpilip
gürbüzleşen çocuklar, bir kaç sene geçince ailelerine geri verilir ve
karşılığında bol kazanç elde ederlerdi... bu, öteden beri sürüp gelen bir
adetti. Böylece hali vakti yerinde olan aileler, çocuklarını Mekke'nin bunaltıcı
havasından kurtarak, daha iyi bir iklimde ve mürebbiyeler nezaretinde
büyütürlerdi...
O günlerde kabilenin genç hanımları, sütannelik yapacakları bebek bulmak üzere
Mekke'ye doğru yola çıkma hazırlığında.
Kafileye katılan Halime ve kocası, yanlarına çocukları ile merkep ve deveyi de
aldılar.
...................
Kervan, kona-göçe şehire doğru yürürken, gaibten bir ses geliyor:
-Ey Beni Sa'd kadınları, çabuk olun; çabuk olun ki Mekke'de doğan eşsiz çocuğu
göresiniz.
Bu sözleri duyan Beni Sa'd'ın genç hanımları daha hızlandılar.
Halime, merkebin üstünde, önünde Damra. Hayvan açlıktan zor yürüyor. Bitkin ve
mecalsiz.
Haris, hanımını uyanıyor:
-Gayret, daha çabuk Halime! Kervanın şehre varmasına bir şey kalmadı; bizse hala
buradayız. Öbür kadınlar eşraftan çocukları alacaklar. Korkarım eli boş
döneceğiz. Sonra müteessir olursun.
Halime hatun, ne kadar uğraştıysa arkadaşlarına yetişemedi.
O, böyle yolları aşmak için didinirken, sağından solundan sesler geliyor. Yine
meçhul, yine ümid veren yeni heberler taşıyan sesler:
-Müjdeler sana Halime! O nuru emzirme saadeti senin olacak...
Kervan, arayı açmıştı! Halimeler çok geride.
Bir dağın eteğinden geçiyorlar. Sarp dağ yarığından upuzun boylu biri, Halime'ye
görünüyor. Elinden bir mızrak var. Halime ürküntülü. Adam elini merkebin üstüne
koyarak konuşuyor:
-Ey Halime; Hak teala sana müjdeler yolladı. Ben seni şeytandan ve düşmandan
korumakla vazifeliyim...
Mızraklı şahıs kayboluyor.
Halime kocasına:
-Benim görüp işittiklerimin farkında mısın?
-Değilim ama korkular geçirdiğini anlıyorum.
Şimdi, kervandan iyice kopmuş olan karı-koca, deve ve merkeplerine az daha hız
vermeyi başararak, geceyi Mekke'ye üç kilometre kadar mesafede olan bir handa
geçirdiler.
Yorgun yolcular, erkenden yataklard. Halime, yine bir rüya görüyor. baş ucumda
yeşil bir ağaç. dalları ile O'nu gölgeliyor. Ağacın ortasından ikinci bir ağaç
uzuyor; bol meyveli bir hurma bu. Beni Sa'd kızları Halime'nin etrafında pervane
olmuş dönüyor ve bir taraftan da tatlı tabessümlerle O'na iltifatlar
yağdırıyorlar.
-"Sen bizim melikemizsin, sen bizim sultanımızsın."
İkinci ağaçtan bir hhurma tanesi yanına düşer. Hurmayı alıp yiyen Halime, ondaki
lezzeti efendimizi emzirinceye kadar, damağında duymaya devam edecektir.
Rüyayı kimseye açmaz. Belli ki bir şeyler olacak, bir şeyler yaşanacak. Meshul
sesler, yalnız O'nun gözüne görünen insanlar, tadı uyanıkken de devam eden
rüyalar!.. Bu sebeple rüyasını açıklamaz; herşeyi seyrine bırakır.
Ertesi sabah bir Pazartesi. Yine yoldalar. İşte, Mekke, kerpiç evleri ile yavaş
yavaş ufuktan yükseliyor.
Cenab-ı peygamber sallallahü aleyhi ve sellem efendimiz, dünyaya gelince
kendilerini ilk bir hafta kadar anneleri; dört aya yakın da Ebu Leheb'in
cariyesi Süveybe hatun, oğlu Meshur'la emzidi.
Ebu Leheb, dünyaya gelen inci tanesinin amcası Süveybe, mevlid vuku bulunca,
hemen efendisine koşarak "bir yeğeniniz oldu" diye müjde veriyor. İleride
amansız bir İslam düşmanı kesilecek olan Ebu Leheb, sevinçli. Bu sevinç sırf
akrabalık sebebiyle de olsa, Habibullah'ın dünyayı teşrifine sevinmesi O'nun,
cehennemde Pazartesi günleri azabının hafiflemesine yol açacak; ve yeğeninin
doğum gününde, parmaklarının rasından akan suyu emerek sükunet bulacaktır.
Evet! Ebu Leheb keyifli. Bir yeğeni olmuş; sülelesi bir kişi daha kazanmıştır.
Bu keyifle Süveybe'yi azad etti. Süveybe, artık hür bir kadan. Sevgili
Peygamberimizin alemlere rahmet oluşundan ilk istifade eden insanlardan biri
sütannelerden Süveybe Hatun. daha önce Hazret-i Hamzay'ı sonradan da Ebu
Seleme'yi emziren şanslı kadan.
Ancak O mübarek çocuk, her Mekke'de kalamaz. Adet gereği O'nun da gelen süt
annelerden biri ile anlaşılarak yaylalara gönderilmesi lazımdır.
Abdülmuttalib, Kureyş'in emiri olsun da torununu bunaltıcı Mekke sıcağında
büyütsün. O narin yavru, bu iklime nasıl dayanır; kendisi nasıl tahammül
ederdi?!..
Nitekim asil insanlar diyarı Beni Sa'd'dan çocuk arayan hanımlar da
gelmemişmiydi?
Muhammed aleyhisselam'ı hemen bütün hanımlara teklif ettiler; ama babasının
hayatta olmadığını anlayınca "hem babası yok, hem malı; anne ile dede ne
verebilir ki" diye düşündüklerinden iki cihan Sultanı'nı kabul eden olmadı.
Herkes, babası zengin çocuk peşinde; herkes, babadan ücret bekliyor. Halbuki O
yetimin ücretinin madde ile ifadesi mümkün değil. O'nun mükafatını Allahü teala,
ihsan edecektir.
Her Beni Sa'd'li hanım, iyi halli bir aile çocuğu bulduktan nice sonra Halime ve
kocası Mekke'ye gelebildiler.
Üstelik Damra da hasta. Hatta hayatından ümid kesmek üzereler. Fakat Mekke'ye
vardıklarından yavru gözlerini açar ve annesine gülümser. Halime hatun, Damra'yı
kocası ile kızı Şeyma'ya bırakarak şöyle hali vakti yerinde bir ailenin çocuğunu
aramaya koyulur... ama ne gezer. Arkadaşları, ne kadar zengin çocuğu varsa alıp
götürmüşler. Halime üzgün. Hatta geldiğine, bu kadar meşakkati çektiğine pişman.
İyi de Halime, niçin duyduğu sesleri, gördüğü adamı, gördüğü rüyayı hatırlamaz?
Badiye Yaylası
HAZRETİ HAK OLUNCA MEDDAHIN
NİCE MEDH EYLEYE, SENİ YAHYA
(Şeyhülislam Yahya Efendi)
Emzirecek çocuk almamış olan hanım kaldı mı?
Halime hatun, çaresizlikten tan bunalmış bir anda iken karşıdan gelen yaşlı biri
böyle sesleniyordu... Badiyeli hanım duraladı. Ümid ve itimad veren tavrı; soylu
hali ile dikkati çeken bu adam kim ki? yanındakilere soruyor:
-Kim bu zat?
-O Kureyş'in efendisi Abdülmuttalib'dir.
Verilen bu bilgi üzerine Halime, Abdülmuttalib'e giderek kendisini tanıtıyor ve
çocuk bulamadığnı arz ediyor.
Yaşlı adam, hanımın ismini Halime ve aşiretinin Beni Sa'd olduğunu işitince
tebessüm ederek:
Sende iki haslet biraraya gelmiş kızım,diyor. İsmin yumuşaklık, aşiretin mübarek
manasını taşıyor. Zaten bu dünya ve öte dünyanın kıymeti bu iki güzelliktedir...
ey Halime! Benim yetim bir torunum var. senin bütün arkadaşlarına söyledim,
babası olmadığı için almadılar. Emeklerinin boşa çakacağını, ellerine birşey
geçmeyeceğini tahmin ediyorlar, yanıldılar tabii.
-Efendim müsaade ederseniz kocama gidip danışayım.
-Serbestsin. Seni asla zorlamıyorum, diyen gün görmüş ihtiyar, Badiye'li kadına
izin verdi.
Bir solukta kocasına gelerek vaziyeti anlattı. Halime'nin yeğeni de o sıraa
yanlarına gelmişti.
Haris, hanımı dinledikten sonra:
-Halime hemen git ve o çocuğu getir! Allah, bekli de o yetim sebebiyle bize
hayır ve bereket verecektir. Başkalarının almasından endişeliyim; vakit
kaybbetme.
Fakat Halime'nin kardeşioğlu zihin bulandırdı:
-Yazık oldu. Beni Sa'd'ın öbür kadınları, hizmetleri sonunda yüzlerini
güldürecek evlerden çocuklar topladı; siz ise kendinize yük olacak babasız
birini alıyorsunuz, demez mi!
Halime, bir an tereddüde düştü... gitse mi, gitmese mi? Ses kafasında yaklaşıp
uzaklaşıyor "yük olacak babasız biri..."
O böyle kararsız iken kalbine bir ilham doğdu.
-"Eğer o yavruyu kabul etmezsen ölünceye kadar iflah olmazsın..."
Halime, düştüğü vesveseden hemen sıyırılarak niyetini bozan genci cevaplandırdı:
-Arkadaşları birer çocukla giderken Halime'nin eli boş dönmesi yakışır mı?
Vallahi O'nu alacağım. Varsın babasız olsun; dedesi de mi yok? O zatın büyük bir
insan olduğu belli. Rüyamın müjdeler taşıdığı inancındayım, aklımı çelme!...
Bunu der demez, doğru kendisini beklemekte olan Abdülmuttalib'e koştu ve çocuğu
götüreceğini söyledi.
-Ey Halime oğlumu emzirmeyi kabul ettin, öyle mi?
-Evet kabul ettim!
Dedenin içi sevinçle doldu. Hemen şükür secdesine vardı, torunu ile Halime
hatun'a dualar etti ve sütanneyi, özanneye götürdü.
Eve girdiklerinde yüzü ayın ondördü gibi nurlu Hazret-i Amine'yi gören
Halime'nin gözleri kamaştı.
Abdülmuttalib, Misafiri gelinine takdim ediyor. Aziz anne, Halime'yi sıcak bir
alaka ile karşılayıp, izzet ikram ettikten sonra bir ara:
-Üç gün önce bana biri gelerek "Oğluna sütanneyi Beni Sa'd kabilesinin Züveyb
oğullarından tut" diye tenbihledi. Siz kimlerdensiniz?
Halime:
-Beni Sa'd bin Bekr Kabilesindenim. Babam Züveyb oğullarındandır.
Bunun üzerine Hazret-i Amine, misafirinin elinden tutup yavrusunun olduğu odaya
götürür... sütanne, nebiler sultanını gördüğü ilk anı bilahere şöyle tasvir
edecektir.
Süt gibi beyaz bir sofa sarılmış; altına bir yeşil ipek kumaş serilmişti. Sırt
üstü uyuyan yavrunun güneş gibi parıldayan yüzünden başka, alnında nur-u ilahi
görülüyor ve bebekten misk kokusu geliyordu. Yumuşak adımarla yanına sokuldum.
Uyandırırım diye korkuyordum. O'na bir can ve bin gönülle aşık oldum. O sırada
bütün damarlarımdan göğsüme süt aktığını duyuyordum. Elimi mübarek göğsüne
koyarak severken uyandı; gözlerini açıp bana baktı ve gülümsedi. Böyle güzel
yüzü ömrümde görmemiştim. Gözlerinden çıkan bir nur, göklere yükseldi. İki
kaşının arasını öptüm. Berrak gökler misali aydınlık yüzünü örterek, incitmeden
kucağıma aldım. Sedire oturup sol göğsümü verdim, almadı; sağımdan emdi ve daha
sonra da bir gün bile solumdan emmedi. Sol göğsümü süt kardeşi Damra'ya
bırakmıştı.
Peygamberimiz, doymadan, damra annesinin yanına gelmiyor. Halime Hatun emzirme
sonrasında, kainatın efendisinin ağzını silmek istediği her defasında görünmez
pamuk ellerin bu hizmeti yaptığını hayretler içinde takip ediyor.
-Benden ilk emdiğinden neş'e ve saadetimden kendimi zor tutuyor ve süt
evladımızı bir an evvel kocama götürmek istiyordum, diyen Halime Hatun,
Abdülmuttalib'in şu iltifatını naklediyor:
-Hanımlar içinde senin gibi bir devlete kavuşan olmadı! Tebrik ederim!
Annelerin en üstünü, Halime Hatun'a:
-Aman, der, haberim olmadan yola çıkmayın. Zira çocuğa dair bir çok akıl almaz
vak'alar yaşadım.
Halime anne:
-Peki efendim, diyerek mübarek yavru ile beraber kocasına gider. Haris hayran,
memnun ve:
-Ey Halime şu yaşıma kadar kimsede bu kadar güzel yüz görmedim, diyerek şükür
secdesinde.
Uyanık kalbli Haris ve hanımı bir yer bularak Mekke'de üç gün kalırlar. Halime
hatun, iki çocuk emzirdiği haled, hayret, sütünde hiç eksilme yok. Deve de süt
vermeye başlıyor.
Üçüncü gece süt anne birara uykudan gözlerini araladığında beşiği bir ışığın
çevrelediğini ve şil elbiseler giymiş nur yüzlü birinin bebeğin baş ucuna
oturmuş olarak yüzünü öptüğünü görür ve kocasını sessizce uyandırarak mansayı
ona da gösterir.
Haris gözleri beşikte olduğ uhalde fısıltı ile:
-Halime, bu çocuğa dikkat etmek lazım. Sütanneliğe gelenlerin içinde bizden
şanslısı yok, der, ve devem eder, olanları kimseye anlatma; böyle şeyleri
saklamak lazımdır.
Halime hatun her üç gün de Hazret-i Amine'ye gelerek şahid olduğu hadiseleri
anlatıyor; O'ndan benzerlerini dinliyor ve her defasında özanne, sütanneye
çocuğun iyi muhafazası ricasını tekrarlıyor.
-Nihayet birgün Amine Hatun'a giderek müsaade alıp veda ettim. bana bir çok
hadiyeler verdi ve emsalsiz yavruyu güzel yetiştirmem dileğini vasiyeti olarak
bildirdi.
Halime hatun ve kocsı, rüyada işaret edilen çocuğa kavuştuklarından emin olmanın
tarifsiz huzuru içindeler.
Sütanneler kervanı, dönüş yolunda, Halime Hatun, kainıtın baş tacı kucağında
olduğu halde bir merkebin üzerinde:
Daha sonra bu yolculuğu şöyle hikaye ediyor:
Mübarek yavru ile birlikte merkebe bindiğimizde hayvan önce yüzünü Kabe-i
Şerif'e çevirdi ve yıldırım gibi yola koyuldu. Gelirken ite kaka zorla
sürdüğümüz merkebin bu çevikliği karşısında arkadaşlarım şaşırdılar. Bir kısmı:
-Halime neler oluyor ayol? Yetişemiyoruz. sana. Şunun yularını braz dizginle de
kavuşalım, diye seslenirken, bazıları:
-Bu hayvan, Mekke'ye gelirken kendini bile taşımaktan aciz merkep değil mi
yoksa? diyorlardı. Benden:
-Evet aynı merkep, cevabını alınca da zeki kadınlar:
-Bunda bir sır olmalı, diyorlardı.
Artık Mekke gerilerde...
Kervan, kıvrılan patikada ahenkli adımlarla Badiye yolunu katederken Halime
adeta, arkadaşlarından ayrı bir alemde yol alıyor.
Tabiat, elem verici bir halde. Yer demir, gök bakırcasına her taraf kupkuru.Ama,
kervan nereye konsa çevresinden hayat fışkırıyor. Biraz evvelki göz bıktıran,
gönül yıldıran manzara, yerini zümrüt renkli bir iklime bırakıyor.
Yorulacak kadar gittikten sonra bir münasip yerde yine mola verdiler. Daha önce
başkaları da gelmiş. Bir de ihtiyar bir adam var.
Kadınlar, Halime anneye görüp işittiği garip halleri yaşlı kişiye akratmasını
rica ediyorlar. Zira hepsi merak içinde.
-Efendim, izin verirsen sana bir şey arzetmek isterim.
-Söyle!...
Kalabalık, Halime ile ihtiyarın etrafını almış ağızlarının içine bakıyorlar:
-Kucağımdaki çocuğun annesi der ki "oğlum dünyaya geldiğinde beni öyle bir nur
sardı ki, onun aydınlığında arzın öbür ucuna kadar her şeyi gördüm. Bu neye
delalet eder?
Halime, safçasına sorup sevap beklerken bir çılgınlıkla karşılaştı. Sakalının
her kılından kötülük akan yaşlı şahıs, yerden bir avuç toprak alıp başına
saçtıktan sonra gözünü, göğün derinliklerine dikip ağlayıp haykırmaya koyuldu ve
merhametsiz çatlak dudaklarından mel'unca laflar döküldü:
-Ey Ehl-i Huzeyl bu çocuğu öldürün! O büyüdüğünde bütün dünyaya hükmedecektir.
İlahi emri alacağı günü bekliyor!...
Sütanne dehşetli korktu ve sür'atle karanlık bakışlı ihtiyarın yanından
ayrılarak kervanla birlikte Badiye'ye vasıl oldular.
Yetimliği yüzünden kimsenin almadığı yavru, Haris'in evine geldikten sonra bu
hane, her türlü sıkıntıya uzak oldu. Yokluğun yerini bolluk almış, üzüntüler
neş'eye dönmüştü. Develeri, koyunları bol süt veriyordu. Bütün Beni S'ad
kabilesinin sürüsü aynı kırlarda yayıldığı halde öteki koyunların bitkinliğine
mukabil Haris'in hayvanlarındaki bu canlılık, komşularda kendi çobanlarına karşı
kızgınlığa yolaçıyor ve onları beceriksiz buluyorlardı.
Beni S'ad erkekleri, koyunları sütsüz ve bir deri bir kemik gördükçe çobanlara
çıkışıyorlardı.
-Haris'in çobanı hayvanlarını nerede otlatıyorsa siz de bizimkileri oraya
götürün!...
-Evet, sürüyü aynı yerlerde gezdiriyoruz. Lakin bizimkiler böyle, onlarınki
öyle...
-Sebeb?
-Siz bilmezsiniz biz hiç bilemeyiz!....
Beni Sa'd mensupları beyhude üzülüyordu. O, bütün aleme rahmet olarak gelmişti
ve oraya varışının bereketi albette zuhur edecekti.
Nitekim, kısa bir süre sonra Badiye yaylasında ne kıtlık kaldı, ne sıkıntı, ne
kuru ağaç... Tabiat yeniden renk renk, koku koku canlandı. Solgun yüzlere kan,
kaygılı kalblere şevk geldi...
Halime anne, O'nun üstüne titriyor...
Alehisselatü vesselamü vettehiyye.